6 Nisan 2012 Cuma

İLİM-HAYAT-ÖLÜM

[Okunan 18, yazılan 19, ayrışan 22 harfin;
maddî, manevî, arşî, kürsî, yedi kat gök, 4 ana-sır
(toprak, hava, su, ateş), cemadat, nebatat, hayvanat alemleriyle
insan aleminin ve onun 3 gizli elif efal-sıfat-zat makamının idrakiyle kâmil
insan olarak (besmele çekerek) işe başlarım]

(67 MÜLK SURESİ, Ayet 1-3) Elmalılı H.Y. : Ayet 3-O ki, birbirine uygun yedi gök
yaratmıştır. O Rahman'ın yarattığında hiçbir nizamsızlık göremezsin. Haydi
çevir gözü(nü), görebilir misin hiç bir çatlak, bir kusur? (27.5.2011 de sunuldu)

Melekût alemi, manevî, hüviyet, kişilik, mahiyet alemidir. Mülk alemi ise maddî, bedenî, cisim, eşya alemidir. Mülk alemi irade gerektirir, bir amaç için oluşturulur, çoğalma, büyüme,
genişleme ve zahir olup görünme sonucunda oluşabilir. Bu iki alem ilim ve
uygulama alemleri olarak düşünülebilir. Madde aleminde manâ aleminin mükemmelliği
tam olarak görülemez. Madde alemindekiler harekette sınırlı, kayıtlı ve koşullu
kalır. Her şey ilmine tabidir, ona biat etmek, yani, boyun eğmek zorundadır. Örneğin,
bir TV setinin ilmi ve teknolojisi kadar fonksiyonu vardır. Eşya da ustasına
biat eder görünür ama aslında tabi olduğu mürşid gerçekte ilimdir, ustasının ilmi!

Tekâmül eden robotlar alemi gibi mülk alemi de melekût aleminin tesiri ve kudreti altındadır. Tahta oyuncaklardan elektronik oyuncaklara gelindi. Her şey zamanına uygun. Zamansız bir şey ne yapılabilir ne de kullanılabilir. İlmin herhangi bir derecesinin
uygulanışındaki acizlik ve eksiklik ilmin kendisinde değil teknolojinin
uygulanışındadır. Her çağın bir ilim düzeyi vardır. Var olan ilmin bir de
uygulanış yöntemi, tekniği, teknolojisi vardır. Fizik ve kimya ilminden
anlayabildiklerimiz arttıkça, bildiklerimiz çoğaldıkça, bilimsel uygulama ve
teknolojimiz de o kadar artar. Anlayışımızın sınırlı olması, örneğin, fizik ve
kimya ilminin sınırlı oluşunu gerektirmez. İlim uygulamadaki acizlikten ayrı
tutulmalı, tenzih edilmeli, arınmalıdır. Gelişim, Darwin’in dediği gibi
uyumsal, bilimsel ve teknolojiktir, ilme dayalıdır. Aynı şekilde, O’nun zatı,
hüviyeti ve mahiyeti melekût ve mülk aleminin acizliklerinden tenzih edilmeli,
arınmalıdır. O’nun kudret eli her alemde tasarruf sahibidir, tutulacak, tabi
olunacak, öpülecek el bu eldir, ayetlerde “yed-i Allah”, “yedullah” olarak
geçer. Her mevcut olan cisim gayrinin değil Hak’kın kudret eliyle mümkün ve
ortaya çıkmış olabilir. Dilediği gibi icad eder ve onlara tasarruf eder. Eşyayı
yapan ve ona sahip olan ona dilediği gibi hükmeder. Allah “var” olandır, O’ndan
gelinir, O’na gidilir!

Nasıl ki karanlık yoktur, ışığın olması ve olmaması durumu vardır, aynı şekilde, hayat ile ölüm de aynı ilişki içindedir. Ölüm yoktur, hayatın olmaması haline ölüm deriz, kendi başına bir
şey değildir. Ölüm olarak var olan birşey tanımlanamaz, tarif edilemez, o bir
haldir, hayatın olmaması halidir, bu hal tanımlanabilir. Hayat ise iradî
hareketler bütünüdür, birbirine tabi ve entegre olan alt sistemler
bütünlüğüdür. Altsistemlerin birinin diğerine biat etmemesi, tabi olmaması
durumu ölümdür. Melekler, melekeler, yetenekler, altsistemler, organları Ademe
biat etmeseydi Adem olmazdı. Göz, görme meleğinin, melekesinin, yeteneğinin
ilmine tabidir, ışık düştüğü kadar görüntü oluşturur, göz maddesi ışığın düşüş,
kırılış ve şekil oluşturma bilgisine biat etmişdir, tüm işini, kulağın yaptığı
gibi, Adem için yapar. Böylece insan işittiği şeyi görür, tutar veya tadar. Her
insan da kendine biat eden organlar topluluğu, sistemi olarak insanlık ilmine
biat etme, tabi olma durumundadır. İnsan olmaya aday olan kişi olgunlaşarak,
fıtratı, yaradılışı ne olmasına izin verirse onu olmalıdır, kâmil insan
olmalıdır. Her bireyin kendini gerçekleştirmesi beklenir. Potansiyeli ne ise
onu dışarı çıkarmalı, gerçekleştirmelidir. Her insan kendisine verilmiş
insanlık ilim ve sanatını sonuna kadar uygulamalı, ortaya çıkarmalıdır. Sesi
güzel olan sesisini güzel kullanmalıdır. Gerçek tabi olunan, biat edilen mürşid
ilimdir! Öğretilmez, öğrenilir!

Ölüm ve yaşamın varedilişindeki amaç iyi ve kötü amellerle insanın sınanması, denenmesidir. Robotların mükemmelleştirilmesi gibi, gittikçe daha iyi insan var ederek insanlık tekamül etmekte, geliştirilmektedir. Maluma tabi ilmin uygulanışı iyileştirilmektedir.
Gayb aleminde “malum”, içinde altın damarı olan bir dağ gibi düşünülebilir.
Altın damarını kazdıkça elde edilen altın bizimdir, kazancımızdır. İlimden elde
edilen bilgiler de bizim kazancımızdır, bildiklerimizdir. Her yaptığımızı tarih
boyunca çeşitli insanların yeni diye elde ettikleri, buldukları bilgileri
kullanarak yaparız, bilimseldir yaptıklarımız. Kendimize en uygun yapma
tekniğini seçeriz, aletlerle yaptığımız iş de böylece bilimsel ve teknolojik olur.

Bilinen varoldukça varolan bilinmektedir. İnsanlığın insanlarda ortaya çıkışı ile ilim zahir olmakta, görünmektedir. Malûmun zuhuru ile zahir, görünmesiyle aşikar olan ilmullah,
O’nun ilmidir. Çünkü, hayat kendisiyle amellere kudret hasıl olan bir şeydir.
Hayat için güç, kuvvet, kudret ve irade gerekir, örneğin,var olmak için yer
çekimine, çevreye, karşı koymak, direnç göstermek şarttır. Soğuk olduğunda
ısınmak, sıcak olduğunda serinlemek için iş yapar, eyleme geçer, amellerimizle,
yaptığımız işlerle hayatımızı düzene sokarız.

Ayetlerde yer alan “Mevt” de iyi amellerle yeniden diriliştir ve ihya oluşa sebep olan bir şeydir. Nasıl ki şehvet mevti tadıp iffete dönüşürse, bir “mevta” için de cemaat “iyi biliriz” der, “hiç bir kötülük yapamaz” olarak bilir. Hayat ile amellerin aslı, amacı, zahir olduğu
gibi mevt ile de iyi ve güzel olan “olmaz” olur, ortadan kalkar, zail olur.
Günahdan günah diye kaçmak günah olduğunda, iyilik yapmak da günahdır! Hayat ve
mevt ile nefisler fazilet yarışına girer uyumludurlar, ancak, helak oluş ve
kurtuluşda uyumsuzluk içindedirler. Ayette mevt önce gelir çünkü mevt zata
aittir, hayat ise sonradan olma, arazîdir. Kötü amel işleyenleri kahreyleyen
galiptir, iyi amel işleyenleri nuruyla setreyleyen, örten, mağfiret sahibidir,
bağışlar. “ben” çıkar aradan!

Malûma bağlı olarak, dayanarak önce ilim nasıl uygulanmış ortaya bir hayat çıkmış ve çeşitli şeyler ve eşyalar, insanlar halk edilmişse sonunda herşey aslına dönecektir. Önce bir atom
olduğunu düşünelim. Atomların biribirleriyle birleşme özelliği olduğu, ısı ve
ışığa göre değişim gösterme özelliği olduğu gibi bir dizi özelliklere sahip
oldukları sonradan anlaşılmaktadır. Bir tohum içinde gizli bilgiler barındırır
ve ortamını bulunca kendini gerçekleştirir ve böylece biz de ne tohumu olduğunu
anlarız. Enerjiden de başlasak, “yokluk” diye tanımlayabileceğimiz küçük bir
şeyden de başlasak, atom ve moleküllerle bugün evreni tanımlayabiliyoruz.
Yokluktan varlığa her şeyi anlayabiliyoruz. Oluş ve oluşumu idrak ediyoruz. En
başında “ol” emri var ise olanlar “halkediş”tir, yok diye düşünenler için
olanlar “halkoluş”tur. Halkediş nasıl olmuşsa Hakka dönüş de aynı olacaktır. Mertebeler, makamlar halinde yedi sema, gök yaratılmıştır. Mülk aleminin amacı, olgunluğunun sonu, semaların yaratılışındadır. Mertebe ve düzen yönünden semalardan
daha iyi ve halk yönünden daha muhkem, sağlam, doğru, değişmez bir şey
göremezsin. Rahmanın yaratışında hiç bir uyumsuzluk yoktur. Semaların
yaratılışında Rahmandan bahsedilmesi zahiri nimetlerin dünyevî nimetlerin ilk
unsurlarını oluşturmasındandır. Semaların döşenmesindeki yuvarlaklık ve uyum
düzenliliğinin güzelliğindendir. İlmin yedi aşamasıyla, makamıyla, bu ilmin
uygulanmasıyla insan kâmil insan olur! Kur’anda yaradılışın ve halkedilişin
anlatılması gibi geriye dönüş yolları da anlatılmış ve açıklanmıştır. Üstelik,
ilmin uygulanışında, dünya ve maddî alemdeki kusurlar geri dönüş yolunda,
semada yoktur, sema aralıksız, boşluksuz ve kusursuzdur. Bilen de bilmeyen de
geri döner, ama yokluğa ama ‘var’lığa, Hakka! Ancak böylece, “hiçbirşey ölmez”,
yalnız inanmayanlar ‘yok idik, yok olacağız’der!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder