30 Nisan 2012 Pazartesi

YANILGI


Sistem yaklaşımı açısından, her sistem bir üst sistemin alt sistemidir. Her sistemin kendine özgü birçok alt sistemi vardır. Her insan da ilmî açıdan bir açık sistemdir. Çevresinden yiyecek, içecek ve bilgi gibi çeşitli girdiler alır, bu girdileri kendi alt sistemlerinde sindirip, özümleyip çevresine emek ve düşünce gibi çıktılar verir. İnsan çevresinin, evrenin, cüz olarak kül’ün, kendi bedeninin bir hücresi, mevcudun bir vücudu gibi, bütünün bir parçasıdır.


Günlük yaşam kaosunda öyle anlar gelir ki, insanın, nereden gelip nereye gittiğini bulmak için, oturup düşünmesi gerekir. Bir nehir gibi akan yaşama uyum sağlama çabasında iken, ben diyen, benliğini, varlığını, var olduğunu, çevreye karşı ayakta dimdik durduğunu ispat için, bazen, eylem, kimlik ve kişiliğimizin kendimize ait olduğunu iddia ederiz. Dünyevi yaşam için bu durum her ne kadar doğru ise de, uhrevi âlem ve sistem yaklaşımı açısından böyle bir iddiada bulunmak zordur.
 

Önce bilimsel açıdan bakarsak, hemen ilk anda düşünebiliriz ki, o anda her ne yapıyorsak büyük bir sistemin içinde küçük bir uğraşıdır bu. Örneğin, araba kullanırken ne yaptığımızı düşünmeye başlarsak o anda hiç bir şekilde yeterince değiştiremeyeceğimiz ve hatta etkileyemeyeceğimiz bir trafik sisteminin içindeyizdir. Buna, sağlık, haberleşme gibi çok çeşitli toplumsal ve küresel sistemleri de hemen ekleyebiliriz. Eğer mevsimsel bir durum da söz konusu ise, güneş sistemi dahi aklımıza gelebilir, o an, üşüyor olacağımıza terliyor da olabilirdik. Kısaca, en azından kısa vadede, yapabileceğimiz, pek bir şey dense de, hiç bir şey yoktur.
 

Aynı düşüncelerimizi dinsel açıdan ele alırsak sonuç yine aynı olurdu. En yüksek sesle ben dediğiniz, benlik güttüğünüz, bencil davrandığınız, kendinizle gurur duyduğunuz veya böbürlenip üstün gördüğünüz bir anda bazı kutsal mesajlar kendinizi bulmaya ve bilmeye yardımcı olabilir. Örneğin, Bakara 255, “herkes O’nun vücuduyla mevcut; hayatıyla hay, yani diri; fiili ile fail, yani kuvvet ve kudretiyle iş yapan, işleyen, eden, eyleyen; ilmi ile âlim, bilge, bilen; nefsi ile kaim, yerini alan, hayatta ve ayaktadır”. Kısaca, bir anlık bir idrak için dahi olsa, aslında, pek dense de, hiç yoksundur.
 

Her iki açıdan da, her seferinde, adeta ilâhi bir düzen anlamına gelen kaos içinde, insan, bencillik ettiği anlarda, aşağıya bakıp kendini gören, büyük gören iken, yukarıya baktığında, ya, büyük sistemleri düşünüp acizliğini anlar, ya da, kendini bilerek göremediğinde, O görünür, hiçliğini idrak eder.


Burada açıklanmaya çalışılan esas ve öz “o an” dediğimiz zamanın iki yanı, yani, biraz öncesi ve biraz sonrasındaki hâlimizdir. Biraz öncesinde tam bir “gaflet” içinde ve biraz sonrasında ise “uyanık” halde olduğumuz düşünülebilir. Gaflet, doğru bildiğimizin esasında yanlış olduğunu anladığımız ruh halimizi ortaya çıkarır. Gaflet uykusu deyimi de içinde bulunduğumuz halin bir çeşit bilinçsizlik anlamında uyuduğumuzu, durumu doğru kavrayamadığımızı açıklar.


Toplumda bir birey ne ise, insan bedeninde bir hücre de odur denebilir. Dinsel ve bilimsel açıdan, felsefî öğretilerin idraki içinde olduğumuz anlarda bu “gerçek” ile yüzleşebilir ve bu durumu kolayca kabul edebiliriz. Ancak, bir iş yapma sürecinde, fonksiyonumuzu yerine getirirken, misyonumuzu gerçekleştirirken, bir birey olarak hareket ederken, bireysel amaç ve araçlara kendimizi kaptırırız. Tavşana kaç tazıya da tut diyenin aynı olduğunu bilsek de, kaçma veya kovalama içinde iken yapılması gerekeni kendimizi ortaya koyarak yaparız. Önemli olan, hücre veya birey olarak işlerken bile “gerçek”in idrakinde olmak veya olmamaktır. İdrak içindeyken irademiz yoktur, gaflet içindeyken ise irade, her şey gibi, bize aittir. Hücre, bedenden ayrı bir varlık olarak, varsa biz de varız, gaflet de!
                               

          Siz gaflet uykusundan kalkıp hakiki münâcât (dua etm., yalvarma) ve huzur ve Hak’ka teveccüh namazını kılmak istediğiniz zaman :

  1. Yüzlerinizi yıkayınız, yani, kalplerinizi ilim suyu ile nefis sıfatları pisliğinden temizleyiniz,
  2. Ellerinizi, yani kuvvet ve kudretinizi şehvet ve maddeden arındırın,
  3. Dirseklere kadar, yani yararlı şeyler yapma derecesine kadar, ve
  4. Ruhunuza dönün, dünya muhabbetinden geçin, ruhun nuru ile kalbin kederlenme tozunu silin,
  5. Başınızı, hidayet nuru ile cilalayın kalbin ruha dönük yüzü, âli yönünü, yani, başınızı, hidayet nuru (ilmi) ile cilalayın,
  6. Ayaklarınızı yıkayın : kalbin nefse dönük ikinci yüzünü, yani, ayaklarınızı yıkayın, yani, doğal bedensel güçlerinizi lezzet ve şehvet düşkünlüğünden arındırın, ta ki kalbiniz geri dönüş (rücu) huzurunu duyuncaya kadar. Lezzet ve şehvet dalgınlıkları zaten itidale (orta, ölçülü) yakın olanlar sadece silebilir, mesh eder.
  7.  Boy abdesti : yukarıdan tamamen aşağıya dönmüş iseniz, ulvi yerine tamamen nefse dönükseniz külliyetinizle, bütününüzle temizlenin. Böylece, fenadan sonra beka zamanında istikamet ve adalet hakkıyla kıyam sebebiyle kemal nimetine şükür edersiniz. Münacatınızda ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yanaşmayınız ki, kalbiniz dünya işgaliyle ve vesvesesiyle meşgul olup gafil olmayasınız. Ve cünub, yani nefse ve nefsin lezzet ve şehavat ve huzuzuna şiddetle meyl, can ve gönülden meyl sebebiyle Hak’tan uzak olduğunuz halde namaza yanaşmayınız. Ancak, sağlıklı ve sağlam bir bedene sahip olacak kadar, ihtiyaç kadar nasiplenin. Tövbe ve istiğfar suyuyla yıkanıp temizlenin. (5.6)
 

          Namaz inananın miracı olduğuna göre, sizin kıyametiniz koparcasına kıyama durun. Kıyamet, “kıyam et” olabilir. Ellerinizi kulaklarınıza götürerek, Allahü ekber deyip dünyayı gerinize attığınız zaman, bilin ve bilincinde olun ki o geriye attığınız dünyanın üstünde “ben” dediğiniz de vardı ve gitti! Peki namazı kim kılacak diyorsanız Adem kelimesinin üzerinde de durulabilir.
 

Âdem, Vücûdda o Vahid-i Mutlak'ın gayrı bir şey ve O'ndan başka mevcûd yokdur ki, ibâdet olunsun, imdi ona şirk etmeniz, nasıl mümkün olabilir. O'nun gayrı, sırf ademdir, yoklukdur, bu sebebden şirk, ancak O'na cahil olmakdan neşet eder, kaynaklanır.

27 Nisan 2012 Cuma

Hz. Musa'nın Serüveni


Suya Salınışı - Hızırla Yolculuğu – Nebiliği - Ateş Görüşü

(sen de sende ara, sen de sende bul, senden sana yolculuğa ayetler, deliller!)

Suya Salınış : (20 TAHA (45), ayet 38-40)

          A.38: Hz. Musa kalbin sembolüdür. Kalbin, babası Ruh, annesi Doğa, canlılık, kardeşi Akıl. Kalp, beden tabutu içinde tabiat deryasında rüşdünü isbat edinceye kadar salınır. Aklı başına gelince, kalp nefs ile aklın, iyi ile kötünün, arasındaki farkı, idrak edince, kurtuluş sahiline varır ve önce Firavun-Doğal-Eğitimsiz nefsine (emmare) tabi olur. Önceleri kişinin Nefsi ne severse onu herkes sever, yani, nefs, sevdiklerini kalbden severek akıllıca yapmayı sever.

          A.40 : Nefs, kendi kontrolu altında, kalbin eğitim ve öğretimi için, kalbin, kız kardeşleri olan “teorik akıl” sayesinde temel felsefe ve hikmet ilmini ve “pratik akıl” sayesinde hayatını kazanma ilmini öğrenmesini, bunlara dayanan fikirler geliştirerek hem uhrevi hem de dünyevi hayatı kazanmak üzere terbiye edilmesini, sağlar.

          Tabiat deryasında salınırken sahile çekilen ve sudan kurtarılan kalp artık, amaçsız, hedefsiz dolaşmaktan kurtulduğunu, emin ellerde olduğunu, kendisine sahip çıkıldığını hisseder. Nefs ise kalp sayesinde çok daha iyi, doğru ve güzel şeylere sahip olabileceğini, bunların menfaatine uygun olduğunu anlar. Bu nedenle, nefs, kalbin, bir taraftan onun Kız kardeşinin yardımıyla uhrevi hayatı için hikmet ilmini öğrenerek temizlenmesi, paklanmasını planlar. Diğer taraftan, Dünya hayatını kazanması için, tabii ilimleri öğrenmesini, yani, nafi ilimler sütünü emzirmesini, cüzi iradeyi idrak etmesini, bedensel aletlerini kullanarak zekice işler yapmasını, eğitim ve öğrenim görmesini sağlatmak üzere ve ona şefkat göstermesi amacıyla, aklın buluşuyla, kalbi, onun öz annesi olan Nefsi Levvame’ye teslim eder.

          Kalp, Firavun nefsin özellikleri olan, öfke, nefret, kin, şiddet ve şehvet gibi insanı perişan edici duygulardan arınır. Nefsinin ve sıfatının bunlardan tamamen kurtulduğundan emin olmak için, kalbin güzel ahlakı çeşitli fitnelerle sınanır.

          İyiyi, doğruyu ve güzeli emreden vicdanının sesini dinleyen, böylece, sınavlarında başarılı olan, kalp, Ruhanî Güçlerden ilim alan Aklın eğitim ve öğretimine girer ve yıllarca ders alır, yolculuk yapar. Böylece, kalp, istidadında, potansiyelinde, yaradılışında var olan olgunlaşma derecesine göre olgunlaşır. Olgun sıfatlara sahip olmasından sonra, kalp, zat tecelliyatı denen, mükemmel olgunluk sahibi olur. Bu nedenle de, beden arzında, beden Medine’sinde yaşayan halk arasından, yani, bedene bağlı ve bağımlı olarak faaliyet gösteren duyguların arasından kalp, ruhu temsil edebilecek, halife olabilecek, biri olarak seçilir. (40)



Hızır ile  Yolculuğu : 18 KEHF, (Ayet 65)

          Kısaca : İnsanın insanlıktan nasibini alması yetmez, “kâmil insanlıktan” da Hakkını almalı! Kulağı delik olunmalı, beş-iç (hissetme, hatırlama, hayal etme, korkma, seçim yapma) ve beş-dış (görme, işitme...) duyunun çalıştırdığı beden gemisi hep maddi zevkler peşinde koşan doyumsuz nefsin, ölümünden sonra, elinden kurtarılıp, öncesiyle arasına duvar örülüp, duvarı güçlendirip, kanaatkâr nefsin yönetiminde, iyi ahlakla, ilahi sıfatla nur alemine çıkılmalıdır.



Nebiliği : (20 TAHA (45), ayet 25-28)   

          Nefsani arzu ve isteklerin, bedensel lezzet ve zevklerin çekiciliğine kapılmamak, rahatsızlık duymamak ve eziyet çekmemek için sadrımı-göğsümü, yüreğimi, gönlümü genişlet. Bedensel ve nefsani olan herşeye senin kelamın ile hitap edeyim, onlardan işittiğim kelamların ve gördüğüm eylemlerin de senden olduğunu idrak edeyim. Böylece, herşeyi senden görüp bilmekle, seninle senin belalarına sabredeyim. Sabredip, onlarınkini onlardan, kendiminkini kendimden bilip, hepsini de seninkinden ayrı bilip mahcup olmayayım. (25)

 Onların (nefsani güçlerin) dini (ilmi) anlayıp kabul etmeleri için onlara, inatlık edenlere karşı bana yardım et, mesajın kutsallığını teyid ederek dine davet emrini kolaylaştır. (26)

 Daha iyi-doğru-güzele yükselip yükselmeme endişe ve korkusunu yenmek için, yapılan fedakarlıkların ve çekilen çilelerin karşılığının alınacağına ilişkin senet ve delillerle, nefsani arzu ve isteklere gem vurarak yürütülecek ilmi çalışmaların başarıya ulaşacağını göster. Sözünün en iyisini diyebilmek, bildirdiklerini en iyi bir şekilde açıklayabilmek için, diyeceklerimi demeye cesaret etmekten alıkoyan, dilimin dönmesine engel olan akıl ve fikir düğümlerini çöz. (27)

 Kalplerini yumuşat, senden seni severek korksunlar ve yücelik duyguları ile dolu olsunlar, kalplerine koyduklarını, beni ve bu duyguları kutsal alemden teyid et, böylece, benim sözümü anlasınlar. (28)



Ateş Görüşü : 20 TAHA (45), (Ayet 9-14) (..hadîsü Musa), (İz reâ nâra) (Ayet 10) 

Habibim, sana Musa’nın hadisesi, olayı mutlaka gelmiştir. Musa bir ateş gördü. Ateş, kendisinden, insanoğluna nur, anlayış, idrak yansıtan kutsal ruhdur. Musa’nın basiret gözü hidayet nuru ile açılınca kutsal ruhu gördü.

Kalp, bedensel zevkler peşinde koşarken, madde denizinde yüzerken, kurtulup neyin ne olduğunu anlayınca, rüşdünü ispat edince, aklı başına gelince, çevresinden daha emin olmaya başladı. İyiyi ve kötüyü, haklı haksızı, meşru olan ile olmayanı ayırmanın daha güzel olduğunu anlayınca vicdanının sesini dinledi. Vicdanının huzur bulması için kamu vicdanının sesini duyma gereğini anladı.)

            Musa'nın basiret gözü, hidayet nuru ile sürmelenince, «ruhülkudsü» gördü. Hemen ehli olan «Kuvva-i nefsaniyeye» «Hareket etmeyüb, sakin olunuz» dedi. Zira «âlem-i kudsiye seyir, ancak, nefsi sakin olan, iç ve dış beşeri duygularının sükûnu zamanında olur. Ve ancak, o vakit âlem-i kudsiye vasıl olunabilir. Belki o ateşten size bir ilim getirip, onunla hepinizin faidelenmesi ve nurlanarak zatının faziletli olması mümkündür. Musa ateşe varınca hazret-i ilâhiyenin, kendileriyle muhtecib, perdeli olduğu izzet ve celâl per­delerinden ibaret bulunan «hicâb-ı nâriye», âteşin hicablar verasından: (Yâ Musa inniy ene Rabbüke) (Ayet 12) «Ey Musa! celâlim per­delerinden biri olan sûret-i nâriye ile muhtecib ve ateş suretinde mütecelli olduğum halde, tahkik senin Rab'bin benim» diye nida olundu. Musa; «Ben fark ediyorum ki, altı yönün hepsinden ve cemi-i a'zam ile bu nidayı işitiyorum. Böyle bir nida ise; ancak Rahman'ın seslenişi olabilir» dedi. Musa'nın cebel ve vücudunu, Hak'ta fâni ve pare pare kılıb, yakin bir halde yere düşüren «tecelli-yi zâti-yi tam»dan sonra olan «ıstıfa, seçilmişlik ile vaiddir ki», bu tecelli; «tecelli-i zâti­den» evvel olan «tecelli-i sıfâtidir.» Bunun için, bu makamda Musa'yı vahy ile Nebi kılmayıb, Resul kıldı. (Ayet 14) (İnneniy enallah) Musa'nın, «hazret-i esmaiyede» sı­fat ile kalıb da Zattan mahcub olmaması için «Rab» ismini «Allah» ismine tebdil ve te'kid ile tekrar eyledi. Zira «Rab» Musa'ya tecelli eylemiş olan isimdir ki, hidayeti vikayesi talebi zamanında, Musa'yı, ancak Cibril'den ibaret bulunan «ilim ve Hadi» isimlerile terbiye ey­ler. Yâni, tahkik cemi-i sıfatlarla mevsuf ve bir olan ALLAH BEN'im. (La ilahe illâ ene) (Ayet 14) Sıfatın ta'dadı ve mezahirin kesreti ile, benim eneiyet (benlik) ve ehadiyetim (tekliğim) ta'dât ve tekessür (çoğalmamıştır) et­memiştir. Sıfatımı hatırlamak için olan, «huzur-i kalbi» namazının fevkinde Zâtımı hatırlamak için, «şuhûd-i ruhî» namazını ikame eyle. Herkesin hayır ve şerden, çalışmalarının gerektirdiği gibi cezalanması kemâl, noksan, saadet ve şekavetin temeyyüz etmesi için, «kıyamet-i kübray»ı herkese izhar etmem. Ancak, has kullarıma birer birer izhar eylerim. İdrak edenler birer birer kâmil insan olabilir!

16 Nisan 2012 Pazartesi

KÖPRÜDEN GEÇİŞ

(Kitabı okumak için lütfen  tıklayınız)

Bu bilmece beni çok etkiledi, çok ağlattı,
Bilirim zannederdim,
Yıktı evvelimi, hayal kırıklığına uğrattı.

Bildiklerimi attı, şimdi yeniden bir gayret,
Nerden çıktı bu esaret,
Hürriyete giden yol ister kudret, cesaret.

Niye yıkıldı, yıkılmaz sandığım mülkiyet,
Düşünmek gerek nedir Hakkiyet,
Yeniden inşa etmeli, yeni bir şahsiyet.

Artık yeni bir alem kurmak gerek,
Yücelişi seçerek,
Hem yeniden, söz verip, yemin ederek.

Başlar efsane, doğuş, tevhid babası ile,
Hz. İbrahim’in
Neslinden, kalp Musa, bilinir asâsı ile.

Krallığına son verecekmiş bir çocuk,
Hikaye bu ya,
Firavun emir vermiş, bulun onu çabuk.

Halk sokağa çıkamaz olmuş korkudan,
Saklanmış bebekler,
Heyecanla, aşka gelmiş halk, coşkudan.

Nil nehri, atadan, taşmış verimli vadiye,
Tohumu su içinde bırakmış,
Gerisi kalmış, toprak ana gibi, valideye.

Sudan gelen, su ile gelen, bebek Musa,
Kardeşi Harun’dan sonra,
Nefsidir, ona en büyük yardımcı, asâ.

Nil’in taştığı ülke yetmemiş, çoğalmışlar,
Herkes bir alem, haliyle,
Vadedilmiş, yeni doğana, yeni topraklar.

Vaadedilen topraklarda çıkılmış sefere,
Yenilmiş karşı gelen kefere,
Zaferle güçlenmiş inanç, doğal güçlere.

Fiziksel, doğallık esir alır tüm insanlığı,
Zulüm, şehvet karanlığı, ahiren,
Övdü insanoğlu tevhid ve kutsallığı.

İnananlar kurtarıldı ilk doğaya esaretten,
İlk kurtuluşta,
Yüceltildi, iffet şehvetten, ilim cehaletten,

Beden ülkesinde, akıl Yusuf’u sultan oldu,
Kalp de, yüceliş ile,
Nefsani güçlerin esaretinden kurtuldu.

Yücelişin hazzı ile, arif, arzda arşı gezdi,
Teslimiyetiyle beş duyunun,
Semavî ilhamla, akıl ilmi, kalp ruhu sezdi.

Adem, toprak olup, ‘ben’i kaybetmeden,
Arza ve arş’a, iki kapılı han, kalpten,
Ruhun ölmezliğine sığınmalı yürekten.

Geçemez bu köprü bedenden bazısı,
Anlamsız gelir köprü sembolizması,
Herkesin kendine özgüdür alın yazısı.

Bu diriliş nihaidir, esaretten hürriyete,
İnsandan, insanlığa geçişte,
Şefaatten önce, dua et, sığın hidayete.

Herkesin yazısı değil, köprüden geçiş,
Ahde vefa ediş,
Ahirde ölümsüzlük, O’nun ruhu ile diriliş.

Atılırsa fazlalığı taşın, kalır şaheser,
Eseri kalp gözüyle görmek,
Sezgiyle işitmek gerek, acep ne der?

Esarettir bana cennet, sensiz,
Aşık ile maşuk biz,
Aşksız cennet keyifsiz, hürriyetsiz.

Sen Mısır’da değil, Mısır sende,
Zaman sende, zemin sende,
Yusuf sende, eser ve müessir sende.

Görünen, tek görenin bir görüntüsüdür,
Dünya ve ahirette,
Kavuşamamak, aşığın tek üzüntüsüdür.

Musa’ca, Mısır’da, taşkın Nil’den, doğuş,
Yusuf’ca, güzel ahlâk ile, yüceliş,
Bil ki, ölümsüzlüktür O’nun ruhuyla diriliş.

("sana inandım, sana güvendim, yalnız senden yardım isterim" duasıyla, elif gibi ve kıyameti koparcasına, kıyama duranın 'ben'siz ve 'bencil'siz hali ile başlar her şey. Bu duruş bir bilinç ile mümkündür ancak. Tüm hayat, aslında kısacık, lezzetsiz ve bayat, gözden geçirilir. Hatta iki eliyle dünyayı arkasına atar kişi, üzerinde kendisinin de olduğunu bile bile. İnsan seyreder bir anda tüm insanlığın serüvenini. Hz. İsa'nın deyişi ile "insan iki kere doğmalı" adam olmak için. Kuş gibi, birisi yumurtanın dünyaya gelişi. İkinci doğum ise kabuğunu kırıp çıkabilmeli insan hür olup kuş gibi uçmak için. İlk insan olduğunun idrakine varan insandır Adem. 'Su' ilmin sembolüdür, musanın anlamı da "sudan gelen çocuk" tur. Adem'e öğretilen ilim Hz. Musa'ya hayat vermiştir önce. Sonra, insandan insana nehirler, pınarlar akıtılmış menzile, Hz. Muhammet'e, idrake ve muhabbete gelinceye kadar. Anadan doğan çocuk babasının ilmi ile dirilebilirse ancak erer idrake. Yusuf her insan için örnek alınacak bir hayat yaşamış. Cehalet kuyusuna atılmış, ne atılırken, ne çıkarılırken kuyudan, ne de satılırken kervana Yusuf'un elinde olan bir şey yoktur. Yaşamı boyunca bir teslimiyeti ve tevhit ilmini realize etmiştir. Her insan Yaratan'ını görmek ister bir döneminde, işte o içindeki Hz. Musa'dır. 'Ben galaksileri biliyorum maddenin tümü eksik kalır, manâ alemi de vardır' diyenin içinde Hz. İsa uyanıyordur. Kendinde bulur her şeyi ve böylece kendini bilirse insan "hiç"liğe erer "hep"likte. Fazlası da fazla olabilir!)

AŞK OLSUN!

Sizden istedim bir ay,
Yüce, Seçkin kişiler,
Beni sordunuz mu, ay!
Nerde kaldı Altınay?

Dedinizse aşkolsun!,
Aşk, kalbinize dolsun.
Buluşunca meşk olur,
Kavuşmazsa, aşk olur!

Unuttunuz mu bir an?
Aradınız mı her an?
Nedir acep hikmeti?
Aşktır bunun nimeti.

Denir, Allah aşkına!
Döner insan şaşkına,
Söylenmez başkasına,
Habib kulun aşkına.

Deme bana nerdesin,
Içimde, gönlümdesin,
Gözümün önündesin,
Beni böyle bilesin.

Gör, Allah’ın aşkını,
Görerek maşukunu,
Duyma sen başkasını,
Kaale alma şaşkını.

Aşk denmişse buna,
Denmemiştir boşuna,
Kim aşık, kim maşuk,
Asla değil karmaşık.

Nakkaş sevmiş nakışı,
Her yazın var bir kışı,
Düşünmeye değer ki,
Tüm, parça, etmez iki.

Hep ile hiç bir bütün,
Fanidir benlik yükün,
Hepin içinde hiç, ben,
Bu hiçlikte hepsin sen.

Ben de özledim sizi,
Yaşadık sen, ben, bizi,
Yüce, Seçkin kişiler,
Ümmîdir efendiler.

Yedi Karakter

Ademiyyetin, yokluktur aslında manâsı,
Adem ve Havva, biz insanoğlunun atası,
Çok farkeder, inancın olup ve olmaması,
O’nun ruhuyla diriliş bu işin kilit noktası.

Yaradılışın diğer adı oldu bir akıllı tasarım,
Cansızdan canlıya, kalmamış bir iş yarım.
Eksiden artıya, kayboluruz hep sonsuzda,
Yine de yücelişte, ilerleriz biz yolumuzda.

Piramidaldir, inorganik, organik, canlılar,
İnsanlar arasında da onlar kadar fark var,
Dil, din, renk, ırk, cinsiyet gibi farklılıklar,
Az kalır yanında, idrakten doğan ayrılıklar.

Ay, dünya, güneş, yıldızlar, önce bedense,
Ruhu biz en sonunda keşfederiz nedense.
Ehlidünya, ehlicennet, ehlullah, üç kategori.
Bilenlerin sırları gizleme tekniğidir alegori.

Bedende, maddede kalmışsa denir ateist,
Tanrı’ya tam olarak inanmışsa olur deist,
Ehli dünyanın ikinci tipi yarım inançlıdır,
Ötekinde, herşey cennet içindir, kararlıdır.

Sehven cennetlik, beşinci tipte bir karakter,
Ehlullah der ki “sen cennetini isteyene ver”,
“Bana seni gerek seni”, diyerek O’nu sever,
Sevenler, sadece, severek sevilmeyi bekler.

Her kişinin, bu yediden birisidir karakteri,
Yedi renk, yedi nota ile yapılır sanat eseri.
İsteseydim bir toplum yaratırdım hepinizi,
Kutsal mesajdır, yürekten bağlar hepimizi.

Karakterler farklı olsa da, yol birdir gidene,
Var dense de bilinecek yok aslında, bilene,
Eşya, birer senettir, kesreti vahdet görene,
Görünen, görenin görüntüsü, ‘O Bir’ diyene.

Seyret seyredebiliyorsan, kendini bile sen,
Görür, işitir, vücudum ile mevcutsun diyen,
Nakkaş gibi işleyen, birdir kuvvet ve kudret,
O’nun için, O’nunla, O’nda, sen O’na, sabret.

Dünya Hali

Dünya, büyükce bir haldir,
Piyasadaki beni Adem’dir.
Satılık olanlar para etmez,
Kimine de paha biçilemez.

Amelsiz ilme gülen olur,
İlimsiz amele söven olur.
İlim, ahirde uygulanmalı,
Gören pek duygulanmalı.

Bilenle bilmeyen bir değil,
Bilmeyenler çok, az değil.
Bilirle bilmez hemhal değil,
Bilirin gördüğü hayal değil.

Bilenler, bildiğince yapmalı,
Bilir yapmazı, üçe satmalı,
Bir çuvala koyup da atmalı,
İbrahim’in ateşinde yakmalı.

Bilen, iş gelince şahitliğine,
O’nun ehad ve vahidliğine,
Bilir önce kendi bilmediğini,
Amel edilse de edemediğini.

Kul, Hakkın ilmi, ruhuyla diri,
Yoktur kulu Mustafa diye biri,
Yaşar, kuluyla, kulunda, ismi,
Bâtıl gider, kalır hakkın cismi.

Zıddıyla bilinir herşey, önce,
Zıt kalmaz iki yay birleşince.
Ahir, evvelde saklıdır, bâtın,
Görünür halidir kâinat Zât’ın.

Evvelde olsam da yapsam,
Ben bilsem de uygulasam,
Bilmesem de kurgulasam,
Olmadığımı ben unutsam.

İçki içip de serhoş olsam,
İçip içip de kafayı bulsam.
Ben bilir bilmez biri olsam,
Keşke görüp hem işitsem.

Bilince, ben varsa O yok,
O varsa benden eser yok,
Varsa yapar, yoksa geçer.
Bilerek hem yokluğu seçer.

Bu, olmak ya da olmamak,
Şuhuda, şahitliğe varmak,
Bilmek ya da bilmemektir,
Bilerek ümmîliğe ermektir.

İster istemez aklına gelmiş,
Oysa, kalbî ilim aklı geçmiş,
Hakkındır hep halkın idaresi,
Kalır mı ahirde kulun iradesi.

KEVSER

İbrahim’indir tevhid ilmi, hep geçerli,
Kalpten, bir basiretli görüşün yeterli.
Mustafa’yı beşer gören de, bil, haklı,
İdrak içinse, farklı görme hakkı saklı.

Biri küçük, biri büyük, hep sonsuzluk,
İlmin afâkında görülür yorumsuzluk,
Benliği sürdürmek, bir doyumsuzluk,
Sonsuzda varlık iddiası sorumsuzluk.

Eren bilgeler, ilim, malûma tabi demiş,
Cennet, cehennem evren kadar geniş,
Kesrette, vahdeti bulan, kendini bilmiş,
Madde, gurub eden hakikat güneşiymiş.

Kimine dünya, kimine ahiret, haramdır,
Kimine hem dünya hem ahret yasaktır,
Görünen görenin görüntüsüdür, gerçek,
Varılır bu idrake benlikten vaz geçerek.

Yağmur suyu, alır toprağının özelliğini,
Yaratır, dünyanın, doğanın güzelliğini.
İlim, ortaya çıkar sahibi olan alimden,
Alim, abideliğini gösterir her halinden.

Kevser, cennette akan bir ırmak imiş,
Suyundan içen bir daha susamaz imiş.
Kesrette, vahdetin tecellisinin şuhudu,
Şahit olan şehit demez O, bumuydu?

Tevhid ilmi akar durur ezelden ebede,
Mikroda, makroda, bulunur her şey’de,
O’nun şahidi olan, sonunda şehit olur,
Kişi bilse de bilmese de olacağı budur.

Ol! ile var olmuş herşey, bilinmesi için,
Var olanlar, ibret alıp bilebilmemiz için,
Damla ile deryalar hep tek gerçek için,
İbret almaz hep inat ederiz biz ne için?

12 Nisan 2012 Perşembe

Habib

Bulunmazsın sen kıyasla,
Mesaj var hitapla, kitapla,
Elçini sen bilirsen ancak,
Gayrısı bilemez seni asla.

Göremezsin, bilemezsin!
Yalnız sen görür, bilirsin,
Bilinsin bu böyle dersin,
Seni, kimler, nasıl sevsin!

Vücudunla mevcut herşey,
Ol demeden olmadı bir şey,
Var olan, kamıştan bir ney,
Aşkla manâlı şarap ve mey.

Olmasaydı Resul, habibin,
Olamazdı içi, dışı evrenin,
Arz ile arş-ı Muhammedin,
Ahirde adı kondu çevrenin.

Görünmez iken göründün,
Bilinmez iken biliş istedin,
Habibini görünen halkettin,
Aklı, arzdan ruha sevkettin.

Bildim işte, bende habibin!
Farkı yok, şeyi ile sahibin.
İstemezsen, bilinemezsin,
Gayrısından isteyemezsin.

Navlun borcun var bana!
Yüküm hep senden sana,
Sonunda bildim kendimi,
Aştım demektir cehlimi.

Oku dedin de, anlayan yok,
Alemde, var görünen çok,
Anlayan anlar, anlatamaz,
Anlatsa da anlayan olmaz.

Aşka, seven sevilen gerek,
Canana ulaşmak isteyecek,
Bilir, habibi örnek alan aşık,
Vuslat gelir candan geçerek.

GÖRÜŞ

Ali ile Ömer hırkayı götürmüş iken,
Veysel sormuş, var mı elçiyi gören,
Ömer kızmış bre ne diyorsun sen,
Yanında ömür boyu savaştım ben.

Yoklamış Karanlı, emir ül mümini,
Sen gördün mü, ol Allahın elçisini?
Ali meğer bir kere görmüş Emin’i,
Hakk etmiş herşeyi, tutmuş yemini.

Anlatmış Ali, hem kulu hem elçisini,
Ne zaman görüp, gayri görmediğini.
İlmiyle, akıl sultan olunca bedenine,
Ruha yüceliş için, girmiş kalbin içine.

Beraberce kırmışlar putların alttakini,
Ali’ye bırakmış, büyük putu, üsttekini.
Akılla idrak eden bu çıkışın hikmetini,
İlmen yakin, idrak ettirir aklın kıymetini.

Emin, en sonunda, çık demiş üstüne,
Ali’ye göstermiş o mühürlü omuzunu,
Ali, çıkarak omuza, kırmış ben putunu,
Dirilmiş Hakkcasına yücelterek ruhunu.

O’nun evidir beytullah, namaz kâbesi,
O’nun olduğu yerdir, bulunmaz abesi,
Her inanana açık Emin’in bedeniyyesi,
Yücelişin tek yolu Hakkın ruhaniyyesi.

Hayat, ilim, irade, ne varsa hepsi O'nun,
Şeriata ters uçan, varsa, kanatları yolun,
Evvel ve ahiri diğerine feda edeni bulun,
Hayatı yaşamayana niye geldiğini sorun.

Bir gören, tüm görür, kendini kurtaramaz,
Aynı fırsat birine var, ötekine yok olamaz,
İlmen yaklaşan, aynel yakinden kaçamaz,
Hakkın huzurunda ben demek yakışmaz.

HAZRET

Başka görme, başka bilme, başka yok,
Tek vücuttur mevcudat, görünse de çok.
Gerçek, bir olsa da, peşinden koşan çok,
Bul, bil, ol denilse de, göreni duyan yok.

Hubut olmasa esvele, hidayet de olmazdı.
Gece olmasa doğada, güneş doğmazdı.
Bilmek istemese talebe, bilene sormazdı.
Aşk olmasa ezelde, sevenler kavuşmazdı.

Maddeden manaya çıkışla iki yay birleşir.
Başkasına, yabancıya sen değil siz denir.
Yardım etmek için, aman demesi beklenir,
Öğrenmek için gerçeği, ‘hazretleri’ eklenir.

Başvezirdir o vezir bilirse başındaki fesini.
Kendini bilen, kendi gibi bilir karşındakini.
Vekili bilen, idrak ederse aslının esasını,
Hakk huzurunda, döner vekilliğe arkasını.

İnsanı kâmil, veli, sana Resul’den hediye,
Veli, alır seni, öğreterek, götürür Nebi’ye,
Geç öteye, kalma velide, gör, git Nebi’ye.
Hem, O’na giderken, Nebi’de kalmak niye.

Saygı görür seçilen, hem değerliyse seçilir,
Karanlıkta ışık tutan, yol gösteren sevilir,
Verildikçe istenen, talep eden çok sevinir,
Kurtulan cehaletten, öğretene pek güvenir.

Nereye dönsen O’nun yüzüdür, diye diye,
Aslı dururken, vekile, arkaya dönüş niye?
Sana inandım, sana güvendim diye diye,
Gelir seven, ‘seninle sana ibadet’ demeye.

Bilgili bilinciyle kılar âlim her daim namaz,
İmanın direği, ibadetin aslı başka olamaz,
Kimi kılar olmaz, kimi secdeden kalkmaz,
Yalnız, sadece bilenle bilmeyen bir olmaz.

Evvelde Hakk için, ahirde halk için yapılır.
Kıyamdan sonra Hazret suçüstü yakalanır.
Bu ilim deryasının üstü derin, altı çalkalanır,
Dalgaların üstünde kalan, aslında altta kalır.

Hz. Adem, huzurunda yaratıldı ve suretinde,
Hem ruhundan verdi, huzurunda dirilişinde,
Hikmet vardır, meleklerin ona secdesinde,
Kendini bilen bilir, kendisi bu işin neresinde.

Ademoğlu, insanlığın meyvesi, O’nun halifesi.
Olgunluğun simgesi, hem kulu hem de elçisi.
Bilen över, öven sever, bilinmek içindir hepsi,
Ne denilse yeridir, yoktur ki O’ndan gayrisi.

Hz. İbrahim ateşe atıldı kesretin vahdetinde,
Hz. Musa’ya indi nida Tûr-u sineye avdetinde,
Hz. İsa urûc etti asr-ı saadetin bir öncesinde,
Hz. Muhammed ile giz kalktı ahirin evvelinde.

Huzur içinde, huzurdadır, kendini bilen kişi.
Gizlilik devri bitti, aşikârdır evrenin işleyişi.
Hazretleri diye anılır, huzurundaki, “bilirkişi”.
Fail ile mevsuf bilinse de, denir Hakk’ın işi.

Kör kendinden pay biçermiş hiç görmediğine,
Değer verir değerli olan görüp de bilmediğine,
Çamur atar çamurlu olan, bakmaz benliğine,
Sen, sen olmaksızın O’sun, dikkat et senliğine.

Zarf başka, içindeki başka görünür karşıdan,
Hitap başka kitap başka, duyulur bir şaşıdan,
Ayrılır mı hiç ruh ile beden, dünya da arştan,
Tevhid ilmi ile kurtuldu insan bu şaşı bakıştan.

Kısaca, önce farklı görünür, düşülür kuyuya,
Derince dalmıştır insan, gaflet içinde uykuya,
Şükret Necdet, daldın da ilmin rumuzu suya,
Vardın ya sonunda tek ve bir gerçek bulguya.

KURBAN BAYRAMI

Kutlu olsun, mutlu olsun, bayram bugün,
Esaretten hürriyete geçemeyiz her gün.
Azgın Nil akmış da taşmış verimli vadiye,
Kendinden geçenler kalkmış varım diye.

Su tersine akarak coştu da geldi seninle,
Gerçekleşti vadedilmiş topraklar ben’inle.
Sudan, su gibi oluştan maddeye geçtik,
Ne de çabuk geçti, çocukluk ve gençlik.

Bizdik o çalışıp başardık, vatan kurtardık.
Gücümüz kuvvetimiz ile zincirleri kırardık.
Algılarız beş duyumuzla, bir de altıncı his,
Bitkilerle, hayvanlarla, dünya da pek nefis.

Hiç kalmadı düşman, dışımızdaki çevrede,
Biz de içe döndük, gücün kaynağı nerede?
Tüm gelen ve gelişlerin kaynağını sezdik,
Varmak için menzile, tüm engelleri geçtik.

Her var olan, bir delildir, hakkın varlığına,
Varlıklar kurbandır yüzünün hayranlığına.
Yine enerji vermek için, su baraja çıkmalı,
Denize ulaşan damla, aşkla buharlaşmalı.

Huzur içinde, huzuru idrak ile, başlar oruç,
Hakkıyla tutan onu, eder yerden göğe urûc.
İrademiz ile keselim son balonun ipini de,
Semadan görelim yerdekilerin hepsini de.

Bayram yeri seyran yeridir, seyret kendini,
Seyir olmaz göremezsen sende tüm alemi.
Kâmiller hep olmuştur, gönülleri dolmuştur,
Benliğinden sıyrılmış nefsi kurban olmuştur.

Özenle seçip, yedirip içirip, ahde vefa edilir,
Hayvani nefs, halk için, Hakka kurban edilir.

MUTLULUK

Aranır mutluluk manâ ve maddede,
Sıradan biri de, sıradışı kişi de,
Peşindedir onun, erkek de dişi de,
Arayış biter, kişi yorulup bittiğinde.

Bazen, kırda bayırda papatya vesile,
Bülbül araya girmez mi güzel sesiyle,
Gül geri kalır mı kokusu ve rengiyle,
Kendinden geçen mutludur, nesiyle?

Bulunur aniden, kendinden geçirten,
Bazen, çılgınca bir sevinçtir delirten,
Bir manzaradır, derinden oh dedirten,
Bir tat, bir lezzettir yaşamı sevdiren.

Saki, rakı, şarap hepsi birer bahane,
Muhabbetle kendinden geçiş şahane,
Sohbet evidir gönül, değil meyhane,
Birlikte dosta gidilir, dost ile, dostane.

Mutluluk neden kendinden geçişte?
Bu bir son mudur, mesele bu işte!
Başlangıç ise, sonu nereye gider?
Bilen gider, giden biter, kalan yiter.

Adem inmişse eğer esvel-i safiline,
Bedenin çukuru, maddenin dibine,
Havva için, çıkarır bulutların üstüne,
Buluşurlar yer ve göğün cennetinde!

Çıkılır gökyüzüne, alemi seyir için,
İnilir yeryüzüne, seyredilmek için,
Damlada deryalar vardır bilen için,
Her şey insan için, insan kimin için?

Verilmiştir akıl, fikir hep insana,
İşlenmiş bir nakış tüm doğasına,
Nakış kaplamış, bak dünyasına,
Nakıştan geçen ulaşır nakkaşına.

İmanın kaynağı inkârdır, biliriz ama,
Sakın mutluluğu mutsuzlukta arama,
Sen kendini bil, nefsin mat olsa da,
Sen seyret, senden eser kalmasa da.


Mutlu olan mı kendinden geçer kalır,
Kendinden geçen mi mutlu olur?
Var olmak karşı gelmektir doğaya,
Ölüm, karşılıktır hayata doğmaya.

Karşı gelinir ayete, ben bilincinden,
Ben’i düşünür kişi gönlün içinden,
Bencil düşüncelerden vaz geçiren,
Mutluluk verir kalbe canı gönülden.

Gelen geçen, biri ise sevindiren,
Huzurdadır, huzur geçer gönlünden,
Gelip giden, biriyse sevilmeyen,
Verdiği huzursuzluktur düşünülen.

Sevilen bir şey ise yenip içilen,
Önce verdiği tat geçer zihinden,
Yenip içilen, bir şeyse acı veren,
Hissedilen, bir acıdır, dilinden.

Maddeler zevk edilir teker teker,
Tadın, lezzetin biri ötekini söker,
Oysa manâ küll, seni ruha çeker,
Kalp manâyı yücelerek zevk eder.

Çıkmaya çalış kabuğunun içinden,
Kendini çıkarabilirsen kalbinden,
Söküp atarsan ‘ben’i zihninden,
Küll’dür, dolup geçen gönlünden.

Mutluluk da araçlardan bir araç,
Her aracın gittiği vardır bir amaç,
Yol görünse de tam bir dik yamaç,
Yokuş hayal, bak, gönül gözünü aç.

Düş peşine, aradığın mutluluksa,
Uğraş didin, istediğin para pulsa,
Gönül ister ah O’nu, bilip, bulsa,
Var denmiş O’nun için ‘ben’ yoksa.

Sen mutlulukta değil, mutluluk sende!
‘Ben’ alemde değil, tüm alem bende!
Gidişin O’nadır, bilsen de bilmesen de,
Necdet bir olmaz, bilen de bilmeyen de.

9 Nisan 2012 Pazartesi

Anıldığın Gibi An !

Emir, “seni andığım gibi an beni”,
Yok eder aslında senden seni,
Işık var eder eşyanın gölgesini,
Işık verirse eşya, kalır mı ben’liği.

Önce demelisin ki "bu hitap bana",
Seni hatırladığım gibi beni hatırla!
Atma sakın sen bu fikri yabana.
Hem de sakın ola ki hafife alma.

Anlamaz balıklar, deryaya salma,
Halk da anlayamaz, ortaya atma,
İşin esası basit, bir derine dalma,
Dalıp da derin, inci, fikir çıkarma.

Ara, bil, bul önce seni hatırlayanı,
Sonra idrak et sen, bil hatırlananı,
Rol değişimi için bilmelisin ata’nı,
Kalmaz ben’liğinin, ne adı ne sanı.

Zikredilmiş ise vahdetten kesret,
Görünmüş ise dünyadan ahret,
Edersen fikir, gayret, sen sabret,
Eser kalmadı mı senden, hayret!

İdrak edilir, kahrı lütuftur, şükret,
Kalmazsa senlik, benlik, vahdet,
Vahdet görünür, görülen kesret,
İzni ile ancak, edilebilir hidayet.

Bilinir, balık denizde olduğunu,
Üstelik, alık, bir insan olduğunu,
Hem de, kova ne ile dolduğunu,
Bilmez, yolda olan yolculuğunu.

Gidersin gündüz gece durmadan,
Nereye gittiğini durup sormadan,
Bil, aslında ne giden var ne gelen,
İnmedi ki çıksın, denmez bilmeden.

Bilmek için önce kendini, aramalısın,
Benliğinde var olanı bir taramalısın,
İçindekileri tek tek bak, gör çevrende,
Sendekinden başka yoktur evrende.

Henüz gelemeyene maymunluktan,
Bahsetme karanlıktakine aydınlıktan,
Akıl, akla karayı farkeder ise ancak,
Söz edebilirsin ona aydınlanmaktan.

Aydınlanma mı, yoksa, aydınlanış,
İlimden sonra gelir malûma inanış,
Özü akluhikmet, basiretle kavrayış,
Aydınlanma değil, esası aydınlatış.

Işığı bilmek veya bulmak yetmez,
Tutup getirmek, pek de kâr etmez,
Işık saçmak için evrene yanmalısın,
Verdiğin ışık ile sen de anılmalısın.

Herkeste vardır bir ve tek ben,
Her şeyi var edendir bir O ben,
Ben görünür yalnız, evrenden,
Görünür, varlığı, görüntüsünden.

Hem herşey Alllah’tan diyorsun,
Kendini nasıl başkası sanıyorsun,
Varım demekle olur mu bir, iki?
Vücut bir ise, sendeki kimin ki?

Sensin evreni, çevreni tamamlayan,
Sensin, aslını, elçisini tam anlayan.
İdrakinle zaman an olur, dem olur,
Gayb kalkar ortadan seninle şe’n olur.

Malûmdan ilim, gelir evvel hitaben,
Sonra sunulur sana hitaplar kitaben,
Dinleyip okuyan düşünür kendini bilir,
Bilenler ise düşünen akıl sahipleridir.

ZİYAFET

Bilir, hem de bulursan aradığını,
Görür, tanırsın hiç ummadığını,
Her bilen O’nu bilir, hep O’nunla,
İşin olmaz hiç şununla, bununla.

Öğretmendir o, öğretir talebesine,
Akar talep edilenden, talep edene,
Söyleme sırrı hemen her dileyene,
Verilmez süt, ağlamadan isteyene!

Resul asla ölmez, Rab oldukça,
İnzal de sürer Dünya durdukça,
Tefekkür et, kalbinin sesini dinle
Gönlünde bu muhabbet oldukça.

Yerçekimi vardır, ya yere çekimin!
Çekilirsin, özlemin, meylin varsa,
Bak tüy gibi mi, demir gibi misin,
Var isen ölür, yoksan yücelirsin.

Küçük çocuğa niye verilir demez,
Verilince de, alınmasını istemez!
Hayat, kaybeden ile kaybolmaz,
Hem hikmetinden sual olunmaz.

Her işi oluruna bırakmak birşey !
O’nun “Ol”u ile olur ancak herşey.
Eyleyen de işleyen de bir ve tek ise,
Soran ayağa kalksın kendisi var ise.

Toplandı buraya sanki tümcihan,
Selam getirdiler canlar canından.
Cana can kattı yaşatan, efendim,
Yaşanır onunla malum, ilim bilim.

Vuruldum ziyafetin bu güzelliğine,
Bana sevgi dolu kucak verdiğine,
Konularının inançlı bilimselliğine,
Doyum olmaz bu içten özelliğine.

ÇOCUK !

Deme neden ölür çocuk,
Bilip de kendini az buçuk,
Hesabını verir vermesine de,
Önce söyle, kime be çocuk!

Tavşanı tazıya tutturan kim,
Diye sorsam cevabın hazır,
Her yerde hâzır ve nâzır,
Cevaplandırır Musa’yı hızır.

Dört ‘ana sır’dır evvelinde,
Herşeyin sır var temelinde,
Arama bulma varsa emelinde,
Bildiğin gibidir! senin elinde.

Bırak aklın gitsin vardan yoka,
Tekrar iledir herşey birden çoka,
Gör, birdir, var olup da işleyen,
Dönüp soran ve hesap isteyen.

Varım dedin cehaletin dibinde,
Buldun tüm varlığı kendinde,
Hiçbirşey bilmediğinse dilinde,
İşte doruğundasın cehaletin de.

Vardır herşeyin bir sebebi,
Hem her sebebin bir hikmeti,
Sual olunmaz hikmetinden,
Yararlan sen de nimetinden.

Hesap kitap işidir her şey,
Yoktur tesadüf ve abes hey,
Hesabın içindedir sormak,
Olmuştan olacağa varmak.

MUTLU’YA

Ben, bende ben, sende sen görse,
Sen de, bende sen, sende bense,
Bende sen, sende gördüğün Hakk,
Gör, göremezsen, yoktur bir fark!

Öpülen, yedullah, O’nundur,
Öpülen Hakk, öpen Hakk’lıdır,
Hakk’lıyı Hakk bilmek saklıdır,
Gayrı, başka bilmek yasaklıdır.

Hazır, mutluysam, Mutlu’sundur,
Can huzurdaysa, Hızır’sındır.
Cana ruh verdi, senin gibi,
Halk secde etti, benim gibi.

Nasıl bilir, görür, Allah’ı,
Allah ile bilir eşyayı,
Bir görsem, bir bilsem kendimi,
Senin beni gördüğün gibi.

Ölüm, Allah’ın bir emridir,
Mevt-i iradî, geçerlidir,
Bekâ verince, kul fânidir,
Gayri değil, bir O bâkidir.

Arif, anladı anda, bilgin!
Götürdü kaynağa su için,
Buldum Hakkı, halka içinde,
Mutlu, Necdet, Hakk peşinde.

KÜRESEL EVREN

Dünya, evrenin bir küçük katresi,
Evren, insan kalbinin bir zerresi,
Karanlık, aydınlığın tüm çevresi,
Her şey, varolanın, Bir’in belgesi.

Güneş ışınları evrene küresel ışır,
Hakk, hakikat, gören göze açılır,
Gerçek örtülür, sezgi ile çözülür,
Kâmildir o, bürünür de görünür.

Dünyanın güneşi batıda gurub,
Hakikat güneşi maddede gurub,
Dünya ehli insan batıya durup,
İdrak eder, aklı maddeye vurup.

Doğru bilinen, yanlış ise dalâlettir,
Hakikat güneşi evveli cehalettir,
İlmin ziyası sır ise, madde garbtır,
Nerden doğsa güneş, orası şarktır.

Sinenin merkezinden parlar ziya,
Kalmaz Hakka eren insanda riya,
Doğusu, batısı içindedir kâmilin,
Küreseldir açılımı kalbi Ademin.

Var olan, vardı; yok, hiç olmadı,
İnsan, basiretle olgunlaşmalı,
Kardeşler, dem bu demi anladı,
Aradaki tek fark idrak olmalı.

Kim, kime sorar?

Zamanında zemininde dozunda,
Herkes demiştir “ben” sonunda,
Denilenlerin arasında geçse de,
Denilenler hep “ben”lidir özünde.

Her bilen ‘ben’i bilir, benle ilgilidir,
Bir “siz” vardır, sizden de içeridir,
Sır da “ben”lerin içiçeliğindedir,
İki beni bir eden en çok bilendir.

Kendini seven ‘ben’ini mi sever,
İçi yananın ateşi, içine mi geçer,
Bu yanma iki “ben”i bir mi eder,
Bir ederek bilen benlik mi eder?

Birinin varlığıyla bulunur öteki,
Sanki biri, damladır denizdeki,
Zan kalkınca idrak edilir Birliği,
Kim ayırabilir ‘Bir’likten benliği.

Dışı ne ise içi de o olmalı denir,
İnsan olunca, böyle olmalı bilinir,
Benleri bir eden, artık, O mu olur,
O olursa, olanın kimliği mi sorulur?

Kaynağından

Hoca çıkmış çatıya,
Başlamış çatmaya,
Denmiş in aşağıya,
Çıkarmış, inayet ola.

Aynen, girince konuya,
Vakti yok bakınmaya,
Aman kimse sormaya,
Tefekkürü bozmaya !

Derken, demek isterken,
Gönle ineni paylaşırken,
Birisi çıkarmış derinden,
Bu dediklerin de kimden?

Benim değil sahibinden,
Asla, olmaz benliğimden,
Ama, önemlidir anlamak,
Tevhidi tamamlamak.

6 Nisan 2012 Cuma

İLİM-HAYAT-ÖLÜM

[Okunan 18, yazılan 19, ayrışan 22 harfin;
maddî, manevî, arşî, kürsî, yedi kat gök, 4 ana-sır
(toprak, hava, su, ateş), cemadat, nebatat, hayvanat alemleriyle
insan aleminin ve onun 3 gizli elif efal-sıfat-zat makamının idrakiyle kâmil
insan olarak (besmele çekerek) işe başlarım]

(67 MÜLK SURESİ, Ayet 1-3) Elmalılı H.Y. : Ayet 3-O ki, birbirine uygun yedi gök
yaratmıştır. O Rahman'ın yarattığında hiçbir nizamsızlık göremezsin. Haydi
çevir gözü(nü), görebilir misin hiç bir çatlak, bir kusur? (27.5.2011 de sunuldu)

Melekût alemi, manevî, hüviyet, kişilik, mahiyet alemidir. Mülk alemi ise maddî, bedenî, cisim, eşya alemidir. Mülk alemi irade gerektirir, bir amaç için oluşturulur, çoğalma, büyüme,
genişleme ve zahir olup görünme sonucunda oluşabilir. Bu iki alem ilim ve
uygulama alemleri olarak düşünülebilir. Madde aleminde manâ aleminin mükemmelliği
tam olarak görülemez. Madde alemindekiler harekette sınırlı, kayıtlı ve koşullu
kalır. Her şey ilmine tabidir, ona biat etmek, yani, boyun eğmek zorundadır. Örneğin,
bir TV setinin ilmi ve teknolojisi kadar fonksiyonu vardır. Eşya da ustasına
biat eder görünür ama aslında tabi olduğu mürşid gerçekte ilimdir, ustasının ilmi!

Tekâmül eden robotlar alemi gibi mülk alemi de melekût aleminin tesiri ve kudreti altındadır. Tahta oyuncaklardan elektronik oyuncaklara gelindi. Her şey zamanına uygun. Zamansız bir şey ne yapılabilir ne de kullanılabilir. İlmin herhangi bir derecesinin
uygulanışındaki acizlik ve eksiklik ilmin kendisinde değil teknolojinin
uygulanışındadır. Her çağın bir ilim düzeyi vardır. Var olan ilmin bir de
uygulanış yöntemi, tekniği, teknolojisi vardır. Fizik ve kimya ilminden
anlayabildiklerimiz arttıkça, bildiklerimiz çoğaldıkça, bilimsel uygulama ve
teknolojimiz de o kadar artar. Anlayışımızın sınırlı olması, örneğin, fizik ve
kimya ilminin sınırlı oluşunu gerektirmez. İlim uygulamadaki acizlikten ayrı
tutulmalı, tenzih edilmeli, arınmalıdır. Gelişim, Darwin’in dediği gibi
uyumsal, bilimsel ve teknolojiktir, ilme dayalıdır. Aynı şekilde, O’nun zatı,
hüviyeti ve mahiyeti melekût ve mülk aleminin acizliklerinden tenzih edilmeli,
arınmalıdır. O’nun kudret eli her alemde tasarruf sahibidir, tutulacak, tabi
olunacak, öpülecek el bu eldir, ayetlerde “yed-i Allah”, “yedullah” olarak
geçer. Her mevcut olan cisim gayrinin değil Hak’kın kudret eliyle mümkün ve
ortaya çıkmış olabilir. Dilediği gibi icad eder ve onlara tasarruf eder. Eşyayı
yapan ve ona sahip olan ona dilediği gibi hükmeder. Allah “var” olandır, O’ndan
gelinir, O’na gidilir!

Nasıl ki karanlık yoktur, ışığın olması ve olmaması durumu vardır, aynı şekilde, hayat ile ölüm de aynı ilişki içindedir. Ölüm yoktur, hayatın olmaması haline ölüm deriz, kendi başına bir
şey değildir. Ölüm olarak var olan birşey tanımlanamaz, tarif edilemez, o bir
haldir, hayatın olmaması halidir, bu hal tanımlanabilir. Hayat ise iradî
hareketler bütünüdür, birbirine tabi ve entegre olan alt sistemler
bütünlüğüdür. Altsistemlerin birinin diğerine biat etmemesi, tabi olmaması
durumu ölümdür. Melekler, melekeler, yetenekler, altsistemler, organları Ademe
biat etmeseydi Adem olmazdı. Göz, görme meleğinin, melekesinin, yeteneğinin
ilmine tabidir, ışık düştüğü kadar görüntü oluşturur, göz maddesi ışığın düşüş,
kırılış ve şekil oluşturma bilgisine biat etmişdir, tüm işini, kulağın yaptığı
gibi, Adem için yapar. Böylece insan işittiği şeyi görür, tutar veya tadar. Her
insan da kendine biat eden organlar topluluğu, sistemi olarak insanlık ilmine
biat etme, tabi olma durumundadır. İnsan olmaya aday olan kişi olgunlaşarak,
fıtratı, yaradılışı ne olmasına izin verirse onu olmalıdır, kâmil insan
olmalıdır. Her bireyin kendini gerçekleştirmesi beklenir. Potansiyeli ne ise
onu dışarı çıkarmalı, gerçekleştirmelidir. Her insan kendisine verilmiş
insanlık ilim ve sanatını sonuna kadar uygulamalı, ortaya çıkarmalıdır. Sesi
güzel olan sesisini güzel kullanmalıdır. Gerçek tabi olunan, biat edilen mürşid
ilimdir! Öğretilmez, öğrenilir!

Ölüm ve yaşamın varedilişindeki amaç iyi ve kötü amellerle insanın sınanması, denenmesidir. Robotların mükemmelleştirilmesi gibi, gittikçe daha iyi insan var ederek insanlık tekamül etmekte, geliştirilmektedir. Maluma tabi ilmin uygulanışı iyileştirilmektedir.
Gayb aleminde “malum”, içinde altın damarı olan bir dağ gibi düşünülebilir.
Altın damarını kazdıkça elde edilen altın bizimdir, kazancımızdır. İlimden elde
edilen bilgiler de bizim kazancımızdır, bildiklerimizdir. Her yaptığımızı tarih
boyunca çeşitli insanların yeni diye elde ettikleri, buldukları bilgileri
kullanarak yaparız, bilimseldir yaptıklarımız. Kendimize en uygun yapma
tekniğini seçeriz, aletlerle yaptığımız iş de böylece bilimsel ve teknolojik olur.

Bilinen varoldukça varolan bilinmektedir. İnsanlığın insanlarda ortaya çıkışı ile ilim zahir olmakta, görünmektedir. Malûmun zuhuru ile zahir, görünmesiyle aşikar olan ilmullah,
O’nun ilmidir. Çünkü, hayat kendisiyle amellere kudret hasıl olan bir şeydir.
Hayat için güç, kuvvet, kudret ve irade gerekir, örneğin,var olmak için yer
çekimine, çevreye, karşı koymak, direnç göstermek şarttır. Soğuk olduğunda
ısınmak, sıcak olduğunda serinlemek için iş yapar, eyleme geçer, amellerimizle,
yaptığımız işlerle hayatımızı düzene sokarız.

Ayetlerde yer alan “Mevt” de iyi amellerle yeniden diriliştir ve ihya oluşa sebep olan bir şeydir. Nasıl ki şehvet mevti tadıp iffete dönüşürse, bir “mevta” için de cemaat “iyi biliriz” der, “hiç bir kötülük yapamaz” olarak bilir. Hayat ile amellerin aslı, amacı, zahir olduğu
gibi mevt ile de iyi ve güzel olan “olmaz” olur, ortadan kalkar, zail olur.
Günahdan günah diye kaçmak günah olduğunda, iyilik yapmak da günahdır! Hayat ve
mevt ile nefisler fazilet yarışına girer uyumludurlar, ancak, helak oluş ve
kurtuluşda uyumsuzluk içindedirler. Ayette mevt önce gelir çünkü mevt zata
aittir, hayat ise sonradan olma, arazîdir. Kötü amel işleyenleri kahreyleyen
galiptir, iyi amel işleyenleri nuruyla setreyleyen, örten, mağfiret sahibidir,
bağışlar. “ben” çıkar aradan!

Malûma bağlı olarak, dayanarak önce ilim nasıl uygulanmış ortaya bir hayat çıkmış ve çeşitli şeyler ve eşyalar, insanlar halk edilmişse sonunda herşey aslına dönecektir. Önce bir atom
olduğunu düşünelim. Atomların biribirleriyle birleşme özelliği olduğu, ısı ve
ışığa göre değişim gösterme özelliği olduğu gibi bir dizi özelliklere sahip
oldukları sonradan anlaşılmaktadır. Bir tohum içinde gizli bilgiler barındırır
ve ortamını bulunca kendini gerçekleştirir ve böylece biz de ne tohumu olduğunu
anlarız. Enerjiden de başlasak, “yokluk” diye tanımlayabileceğimiz küçük bir
şeyden de başlasak, atom ve moleküllerle bugün evreni tanımlayabiliyoruz.
Yokluktan varlığa her şeyi anlayabiliyoruz. Oluş ve oluşumu idrak ediyoruz. En
başında “ol” emri var ise olanlar “halkediş”tir, yok diye düşünenler için
olanlar “halkoluş”tur. Halkediş nasıl olmuşsa Hakka dönüş de aynı olacaktır. Mertebeler, makamlar halinde yedi sema, gök yaratılmıştır. Mülk aleminin amacı, olgunluğunun sonu, semaların yaratılışındadır. Mertebe ve düzen yönünden semalardan
daha iyi ve halk yönünden daha muhkem, sağlam, doğru, değişmez bir şey
göremezsin. Rahmanın yaratışında hiç bir uyumsuzluk yoktur. Semaların
yaratılışında Rahmandan bahsedilmesi zahiri nimetlerin dünyevî nimetlerin ilk
unsurlarını oluşturmasındandır. Semaların döşenmesindeki yuvarlaklık ve uyum
düzenliliğinin güzelliğindendir. İlmin yedi aşamasıyla, makamıyla, bu ilmin
uygulanmasıyla insan kâmil insan olur! Kur’anda yaradılışın ve halkedilişin
anlatılması gibi geriye dönüş yolları da anlatılmış ve açıklanmıştır. Üstelik,
ilmin uygulanışında, dünya ve maddî alemdeki kusurlar geri dönüş yolunda,
semada yoktur, sema aralıksız, boşluksuz ve kusursuzdur. Bilen de bilmeyen de
geri döner, ama yokluğa ama ‘var’lığa, Hakka! Ancak böylece, “hiçbirşey ölmez”,
yalnız inanmayanlar ‘yok idik, yok olacağız’der!

Kalbin Yücelişi (Hz. Musa'nın Olayları)

Hadis-ü Musa, (8.6.2011) :
Suya Salınışı - Hızırla Yolculuğu – Nebiliği - Ateş Görüşü
(sen de sende ara, sen de sende bul, senden sana yolculuğa ayetler, deliller!)

Suya Salınış :

(20 TAHA (45), ayet 38-40)

A.38: Hz. Musa kalbin sembolüdür. Kalbin, babası Ruh, annesi Doğa, canlılık, kardeşi Akıl. Kalp, beden tabutu içinde tabiat deryasında rüşdünü isbat edinceye kadar salınır.
Aklı başına gelince, kalp nefs ile aklın, iyi ile kötünün, arasındaki farkı,
idrak edince, kurtuluş sahiline varır ve önce Firavun-Doğal-Eğitimsiz nefsine
(emmare) tabi olur. Önceleri kişinin Nefsi ne severse onu herkes sever, yani,
nefs, sevdiklerini kalbden severek akıllıca yapmayı sever.

A.40 : Nefs, kendi kontrolu altında, kalbin eğitim ve öğretimi için, kalbin,
kız kardeşleri olan “teorik akıl” sayesinde temel felsefe ve hikmet ilmini ve
“pratik akıl” sayesinde hayatını kazanma ilmini öğrenmesini, bunlara dayanan
fikirler geliştirerek hem uhrevi hem de dünyevi hayatı kazanmak üzere terbiye edilmesini, sağlar.

Tabiat deryasında salınırken sahile çekilen ve sudan kurtarılan kalp artık, amaçsız,
hedefsiz dolaşmaktan kurtulduğunu, emin ellerde olduğunu, kendisine sahip
çıkıldığını hisseder. Nefs ise kalp sayesinde çok daha iyi, doğru ve güzel şeylere sahip olabileceğini, bunların menfaatine uygun olduğunu anlar. Bu nedenle, nefs, kalbin, bir
taraftan onun Kız kardeşinin yardımıyla uhrevi hayatı için hikmet ilmini
öğrenerek temizlenmesi, paklanmasını planlar. Diğer taraftan, Dünya hayatını
kazanması için, tabii ilimleri öğrenmesini, yani, nafi ilimler sütünü
emzirmesini, cüzi iradeyi idrak etmesini, bedensel aletlerini kullanarak zekice
işler yapmasını, eğitim ve öğrenim görmesini sağlatmak üzere ve ona şefkat
göstermesi amacıyla, aklın buluşuyla, kalbi, onun öz annesi olan Nefsi
Levvame’ye teslim eder.

Kalp, Firavun nefsin özellikleri olan, öfke, nefret, kin, şiddet ve şehvet gibi insanı perişan edici duygulardan arınır. Nefsinin ve sıfatının bunlardan tamamen kurtulduğundan emin olmak için, kalbin güzel ahlakı çeşitli fitnelerle sınanır.

İyiyi, doğruyu ve güzeli emreden vicdanının sesini dinleyen, böylece, sınavlarında
başarılı olan, kalp, Ruhanî Güçlerden ilim alan Aklın eğitim ve öğretimine
girer ve yıllarca ders alır, yolculuk yapar. Böylece, kalp, istidadında,
potansiyelinde, yaradılışında var olan olgunlaşma derecesine göre olgunlaşır.
Olgun sıfatlara sahip olmasından sonra, kalp, zat tecelliyatı denen, mükemmel
olgunluk sahibi olur. Bu nedenle de, beden arzında, beden Medine’sinde yaşayan
halk arasından, yani, bedene bağlı ve bağımlı olarak faaliyet gösteren
duyguların arasından kalp, ruhu temsil edebilecek, halife olabilecek, biri
olarak seçilir. (40)

Hızır ile Yolculuğu :

18 KEHF, (Ayet 65)

Kısaca : İnsanın insanlıktan nasibini alması yetmez, “kâmil insanlıktan” da Hakkını almalı!
Kulağı delik olunmalı, beş-iç (hissetme, hatırlama, hayal etme, korkma,
seçim yapma) ve beş-dış (görme, işitme,..) duyunun çalıştırdığı beden gemisi
hep maddi zevkler peşinde koşan doyumsuz nefsin, ölümünden sonra,
elinden kurtarılıp, öncesiyle arasına duvar örülüp, duvarı güçlendirip,
kanaatkâr nefsin yönetiminde, iyi ahlakla, ilahi sıfatla nur alemine
çıkılmalıdır.

Nebiliği :

(20 TAHA (45), ayet 25-28)

Nefsani arzu ve isteklerin, bedensel lezzet ve zevklerin çekiciliğine kapılmamak,
rahatsızlık duymamak ve eziyet çekmemek için sadrımı-göğsümü, yüreğimi, gönlümü
genişlet. Bedensel ve nefsani olan herşeye senin kelamın ile hitap edeyim,
onlardan işittiğim kelamların ve gördüğüm eylemlerin de senden olduğunu idrak
edeyim. Böylece, herşeyi senden görüp bilmekle, seninle senin belalarına
sabredeyim. Sabredip, onlarınkini onlardan, kendiminkini kendimden bilip,
hepsini de seninkinden ayrı bilip mahcup olmayayım. (25)

Onların (nefsani güçlerin) dini (ilmi) anlayıp kabul etmeleri için onlara, inatlık edenlere karşı bana yardım et, mesajın kutsallığını teyid ederek dine davet emrini kolaylaştır. (26)
Daha iyi-doğru-güzele yükselip yükselmeme endişe ve korkusunu yenmek için, yapılan fedakarlıkların ve çekilen çilelerin karşılığının alınacağına ilişkin senet ve delillerle, nefsani arzu ve isteklere gem vurarak yürütülecek ilmi çalışmaların başarıya ulaşacağını göster. Sözünün
en iyisini diyebilmek, bildirdiklerini en iyi bir şekilde açıklayabilmek için,
diyeceklerimi demeye cesaret etmekten alıkoyan, dilimin dönmesine engel olan
akıl ve fikir düğümlerini çöz. (27)

Kalplerini yumuşat, senden seni severek korksunlar ve yücelik duyguları ile dolu olsunlar, kalplerine koyduklarını, beni ve bu duyguları kutsal alemden teyid et, böylece, benim sözümü anlasınlar.(28)

Ateş Görüşü :

20 TAHA (45), (Ayet 9-14) (..hadîsü Musa), (İz reâ nâra) (Ayet 10)

Habibim, sana Musa’nın hadisesi, olayı mutlaka gelmiştir. Musa bir ateş gördü. Ateş, kendisinden, insanoğluna nur, anlayış, idrak yansıtan kutsal ruhdur. Musa’nın basiret gözü
hidayet nuru ile açılınca kutsal ruhu gördü.

Kalp, bedensel zevkler peşinde koşarken, madde denizinde yüzerken, kurtulup neyin ne olduğunu anlayınca, rüşdünü ispat edince, aklı başına gelince, çevresinden daha emin
olmaya başladı. İyiyi ve kötüyü, haklı haksızı, meşru olan ile olmayanı
ayırmanın daha güzel olduğunu anlayınca vicdanının sesini dinledi. Vicdanının
huzur bulması için kamu vicdanının sesini duyma gereğini anladı.)

Musa'nın basiret gözü, hidayet nuru ile sürmelenince, «ruhülkudsü» gördü. Hemen ehli
olan «Kuvva-i nefsaniyeye» «Hareket etmeyüb, sakin olunuz» dedi. Zira, «âlem-i
kudsiye seyir, ancak, nefsi sakin olan, iç ve dış beşeri duygularının sükûnu
zamanında olur. Ve ancak, o vakit âlem-i kudsiye vasıl olunabilir. Belki o
ateşten size bir ilim getirip, onunla hepinizin faidelenmesi ve nurlanarak
zatının faziletli olması mümkündür. Musa ateşe varınca hazret-i ilâhiyenin,
kendileriyle muhtecib, perdeli olduğu izzet ve celâl per­delerinden ibaret
bulunan «hicâb-ı nâriye», âteşin hicablar verasından:
(Yâ Musa inniy ene Rabbüke) (Ayet 12) «Ey Musa! celâlim per­delerinden
biri olan sûret-i nâriye ile muhtecib ve ateş suretinde mütecelli olduğum
halde, tahkik senin Rab'bin benim» diye nida olundu. Musa; «Ben fark
ediyorum ki, altı yönün hepsinden ve cemi-i a'zam ile bu nidayı işitiyorum.
Böyle bir nida ise; ancak Rahman'ın seslenişi olabilir» dedi. Musa'nın
cebel ve vücudunu, Hak'ta fâni ve pare pare kılıb, yakin bir halde yere düşüren
«tecelli-yi zâti-yi tam»dan sonra olan «ıstıfa, seçilmişlik ile vaiddir ki», bu
tecelli; «tecelli-i zâti­den» evvel olan «tecelli-i sıfâtidir.» Bunun için, bu
makamda Musa'yı vahy ile Nebi kılmayıb, Resul kıldı. (Ayet 14) (İnneniy enallah) Musa'nın, «hazret-i esmaiyede» sı­fat ile kalıb da Zattan mahcub olmaması için «Rab» ismini «Allah»
ismine tebdil ve te'kid ile tekrar eyledi. Zira «Rab» Musa'ya tecelli eylemiş
olan isimdir ki, hidayeti vikayesi talebi zamanında, Musa'yı, ancak Cibril'den
ibaret bulunan «ilim ve Hadi» isimlerile terbiye ey­ler. Yâni, tahkik cemi-i
sıfatlarla mevsuf ve bir olan ALLAH BEN'im. (La ilahe illâ ene) (Ayet 14) Sıfatın ta'dadı ve mezahirin kesreti ile, benim eneiyet (benlik) ve ehadiyetim (tekliğim) ta'dât ve tekessür (çoğalmamıştır) et­memiştir. Sıfatımı hatırlamak için olan, «huzur-i kalbi» namazının fevkinde Zâtımı hatırlamak için, «şuhûd-i ruhî» namazını ikame eyle. Herkesin hayır ve şerden,
çalışmalarının gerektirdiği gibi cezalanması kemâl, noksan, saadet ve şekavetin
temeyyüz etmesi için, «kıyamet-i kübray»ı herkese izhar etmem. Ancak, has
kullarıma birer birer izhar eylerim. İdrak edenler birer birer kâmil insan
olabilir!

SEN DE SENDE ARA, SEN DE SENDE BUL

3 A.İmran, 33-47 : (..âdem..nûh..ibrâhîm..imrân âlemine)
İnsanın insanlıktan nasibini alması bir şey, insan-ı kâmillikten nasibini alması
herşey !
Hz. İsa :
“anneden doğan insan bir de babadan doğmadan kâmil insan olamaz”!
(madde alemine doğan insan, mana aleminde de doğmadan kâmil olamaz)
(ev ödevi: 2.8.2011)

İnsanın ruh ve bedeni vardır, buna madde ve mana veya yazılım ve donanım da denebilir. Yeni
teknolojiler sayesinde, insan beyninin de çip’e yüklenebileceği düşünülmekte.
Belki de zaten yüklenmiş. Aslında, ruh ve beden bir bütündür. Ayrı ayrı, her
ikisinin de var olabileceğini düşünmek gerçekci olmayabilir. Belki, esas olan
ruhdur, beden ruhun “materialized”, “materyalize” edilmiş, “maddeleşmiş”
halidir. Hani herhangi bir şey üretilmeden önce hayalimizde geliştirilir, plan
ve proje şeklinde, konsept olarak sunulur ya onun gibi “kesif” olan her
şeyin ilk hali “lâtif” olabilir.

Beden maddeden oluştuğuna göre, bir şeyin katı hali diye düşünülebilir. Suyun katı, sıvı ve gaz halleri gibi. Madde, bir bilginin uygulanmış halidir dersek, ruh da o bilginin kaynağı
olmalı. Bu durumda, öğreten ile öğrenci, erkek ile dişi, madde ile mana gibi
ikili kavramlardan, ruh için baba, beden için anne kavramları uygun düşer.
Tabiat doğurucudur, anadır, dişidir.

Ruh (Ümran) ve (karısı) beden çiftinden doğabilecek ilk oğula “fikir” (Zekeriya) denebilir. Fikir kendi neslinin devamını sağlamak için (nefsinden) bir oğul isterse bu da “akıl”
(Yahya-akıllıca yaşanan hayat) olabilir. Güzel bir fikir sahibi nefs, bu fikre
yatkın, bu fikri özümlemiş, tatmin olmuş nefse de mutmain nefs (Meryem)
denebilir. Fikir dimağda oluştuğuna göre, mutmain olan nefsin yanı başında,
dimağda, her zaman güzel anlamlar ve manalar bulunması doğaldır. Bu manalar,
ilim ve hikmet, gerçekler ve bunların uygulanmış halleri ile güzel ahlak nefsin
rızıklarıdır.

Baba Fikir veya Fikir babası, kendi neslinin devamı için, düşünen, tefekkür eden, gerçeği idrak
edebilecek bir oğul isteyince, ruhani güçleri, melekeleri, ona, “bedensel,
şehevî zevklere üç gün yaklaşma, dimağ mihrabında huzur içinde, huzurlu bir
şekilde, tesbih et, tefekkür et, huşu içinde secde et” der.

Güzel nefs (Meryem), kötülükler ve şehvet dolu nefisî hisler, kadınlar, arasından seçilmiş biridir.
İnsanın fikri tefekkür ederken, nefsindeki ruhanî ve bedensel güçler, nefse
hakimiyet için, çatışma halindedir. Tefekkür eden fikrin hakimiyeti altında
bulunan nefs ise her türlü kötülükten uzak durabilir, kendisi beşerî ve
bedensel zevklerden uzak durabilir. Ancak ve sadece bu koşullar altında üç
zaman geçirebilen, anlayış ve idrak ile meshedilen nefs, beşeriyetten uzak
kalabilen nefs, “kelime” olarak bahsedilen “kalp” ile müjdelenir. Bu kalp, nur
ile meshedilmiş nefsin oğlu mesih-haberci, hem beden beşiğindedir hem de ruha
yakındır, yatkındır. Ruhanî melekeleri, güçleri bilir, ilahî, ruhanî ilimleri
idrak edebilir ve bunları beden melekelerine, güçlerine aktarabilir, bilir ve uygular.

Ruh ve beden çiftinin oğulları fikir dimağında oluşan Fikir-zekeriya ve kızları güzel nefs, bu çiftin de, ikinci nesil olarak, oğlu Yahya-akıllı hayat ve kızları tatmin-teslim olmuş
Nefs (mutmain) Meryem, üçüncü ve son aşamada doğan, beden beşiğinde konuşan,
rafine düşünce ve fikirleri anlatabilen, Hz. İsa, kelâm, kelime olur! Madde ve
maddî alemde hayatta olanlara, eline, beline, diline hakim olarak, manevi
alemden haber verir. Görmek isteyip, konuşan, dışta, zahirde kalan Hz. Musa’nın
içte, manevi alemde kalıp oradan haber vereni. Tesbih edenin, tenzih edeni!
Teşbih ?

Manevî Alem Aktörleri : Ruh - Fikir – Akıl – Kalp; Eşleri :
Beden Nefs (emmare) - Güzel Nefs (levvame) – Mutmain Nefs!

Maddî Alem Aktörleri : Ümran – Zekeriya – Yahya – İsa; Eşleri :
Ümran’nın karısı – Kadınlar - Meryem !

Ruh Güneşinin Doğuşu

73 MÜZEMMİL SURESİ (3)

73.1 : Ey elbise ve beden perdesine brünmüş olan zat
kalp çölünde nefis sahrası yollarında Allah’a gitmek istiyorsan tabiatın
istilasından ve nefis makamı gecesinin gaflet uykusundan uyan.

73.2 : Nefis gecesinin dörtte birini zaruri ihtiyaçların dörtte
birini de dinlenmek için harca.

73.3-4 : Zorunlu ihtiyaçların için eğer bünyen kuvvetli ise daha
az, zayıf ise daha çok zaman ayır, ama, dinlenmenin dışında kalan zamanını da
Allah ile meşgul ol ve onun yolunda gidiş için harca.

73.5-6 : (..kavlen ) biz sende mevcut tüm manâ ve hikmetlerin açığa çıkması,
kuvveden fiile geçmesi, zahir olması için; sana, ruhulkuds (kutsal ruh) ile
teyid edilen, nurunu, idrakini artıracak olan ağır, kıymetli ve itibarlı bir
söz ilka edeceğiz. Gaflet uykusundan uyanmış ve tabiat makamından ileri geçmiş
bir nefis için bu söz kalbe uyum gösterme açısından daha şiddetli, hayal, zan
ve vehimden değil ilimden sadır olan söz yönünden daha sevaptır.
Y.N.Öztürk :
5. Doğrusu, biz senin üzerine ağır bir söz bırakacağız.
6. Şu bir gerçek ki, yeni bir oluşa koyulmak üzere
geceleyin kalkan, yer tutma bakımından daha güçlü, söz bakımından daha
etkilidir.
7. Kuşkusuz, gündüz boyu senin için uzun bir dolaşma/yoğun bir
uğraş vardır.
8. Rabbinin adını an ve tüm benliğinle O'na yönel!

73.7-8 : (...tevîlâ) Tahkik, senin için ruh güneşinin doğuşu
zamanında ve kalb makamı gündüzünde sıfatı ilahiyede ve makamatda
nihayetsiz seyir, tasarruf ve tagallüb (üstünlük) vardır.
(Vezkürisme rabbike) Ve Rab’binin ismini, ki o isim sensin, zikreyle, yani
nefsini bil ve zikr edip unutma, ki Allah Teala da seni unutmasın. Ve nefsinin
hakikatini bildikten sonra kemalini tahsil için içtihat eyle (Ve..tebtîlâ)
ve Allah'ın başkasından yüz çevirerek muteber ve tam bir kesilmekle ALLAH'a
kesil.

73.9 : (Rabbül meşrıkı velmağribi) Allah Tealâ Hazretleri se­ni icad ile nuru sende zahir ve senin
ufk-u vücudundan tulû olan maşrıkın-doğunun, nuru sende gurub edip seninle
ihticap-perdeli ve vücudunla ihtifa eylediği (gizlediği) mağribin-batının rabbidir. (La
ilahe illâ hüve) Vücudda O'ndan başka ibadet olunur bir şey yoktur. Evvel,
ahir, zahir, ba­tın ancak O'dur. (..vekilâ) Bütün işleri O'ndan görmekle kendinin
fiil ve tedbirinden insilah (Soyulma. Derisi yüzülme. Sıyrılıp çıkma.) ile
işin ona terk edil­miş olsun. İşini o tedbir etsin ve sana dilediğini işlesin o
vakit mü­tevekkil olursun.

Yeniden Doğmak

74 MÜDDESSİR SURESİ (4)

[74.1-2 : Ey bedene bürünmüş, beden olarak büyümüş, bilinmiş ve görünmüş, kendini
sadece beden zanneden insan, zat; gaflet uykusundan uyanarak, meylettiğin,
beğenip giydiğin tabiat eşkalinden, doğal görünümünden kalk. Nefsini, görme,
işitme, tutma gibi doğal olan güçlerini ve tüm maddesel, madensel varlığını yok
olma gününün azabından korkut.]

[74.3-4 : Eğer bir şeyi büyük, ulu bilecek, ululayacaksan, yücelteceksen, kadrini yüce olarak bilceksen sadece Rabbini yücelt, ulu bil, başkası senin gözünde büyümesin, yücelmesin. Rabbinin yüceliğini müşahade et, bil takdir et. Evrenin, dünyanın tümü kalbinde
küçülsün, zerre kadar değeri kalmasın. Bâtınını temizlemeden önce,
dışını, dış, görünen dünyanı, zahirini kir ve pastan temizle,
fiillerini, iş ve işlediklerini yakışıksız, çirkin olan şeylerden temizle, ayıp
olan, ayıplanan adetlerinden kurtul, kötü alışkanlık ve adetlerinden kurtul.]

[74.5-6 : Seni azaba götüren, pisliği terket. Gönlünü, bâtınını, madde
eklerinden, maddi eklerden, cisim ve tüm cismanî şeylerden, madde denizinin
getireceği zulmün kıyametinden koru ve temizle. Maldan arınırken,
mallarınızı verirken sevap kazanmak için veya bir bedel karşılığında vermeyin.
Çünkü bu hal nimet ile nimeti vereni bilmemek, bundan perdeli olmak, hicaptır,
himmette kusurdur. Yapılacak işi, yani, malınızı verme işini Allah rızası için,
başka bir şey için değil, Hak için, fazilete sabrederek yapınız.]

74.7 : Arınmak istediğin şeyi çok görerek yapma, maldan ve
maddeden arınmak istediğin halde bunu fazilet için, iyilik için, gurur
için yapma. Kendini faziletli görmek günahtır, yanlıştır,
gururdur. “Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz gururunuzdan korkacakdım” hadisi
bunu demek ister. Faziletli olmamaya sabret, rezaletten kaçmış olmak için
sabret, fazilet ile nefsinin ziynetini görerek sevinçli olma. Faziletin sana
Allah’ın ihsanı olduğunu idrak et, kendini hakir gör, alçak gönüllü ol;
faziletini gizle ve çok görme.

E.H.Yazır : 8. Çünkü o boru (Sur) bir öttürüldü mü, Y.N.Ö. : 8. O boruya üfürüldüğünde.
74.8 : Diriltilen beden­de nefh olunup kazanılmış, azabı mucib fena heyetler yahud seva­bı mucip necat verici güzel hey'etlerin bedende nakş olunduğu vakit ki bu da diriltmek için
olan nefhayı saniyeden ibaretdir.

74.9 : Y:N.Ö; 9. İşte o gün çok zorlu, çok çetin bir gündür.10. Küfre batmışlar için hiç de kolay
değildir. 11. Benimle, yarattığım kişiyi baş başa bırak!
İşte o vakit pek güçlüklü bir gündür. O günün gayrı, mahcup olanlara yesri (yesr:öldürmek)
hafi(gizli)dir. Ancak ehli keşif ve ayan olan muhakkiklere hafi değildir,
mahcub olanlara usreti (Zorluk, güçlük. Darlık, sıkıntı.
İşlemezlik.), yani güçlüğü ise hiç kimseye hafi değildir.

74.26 : (..sekara) (..sa’ûdâ) Nebi Aleyhisselâm, «Sa'ûd ateşten
bir dağdır, yetmiş sene o dağa çıkılır, sonra tekrar aşağıya düşülür, ebeden
böylecedir» buyurmuştur. Allah bilir ki, bu ateş dağı, fıtratı insaniyenin
azim etvarı olan tur nefsidir. Yani fıtratı insaniyeyi beliğ eden nefsin
ufku­dur. İşte bu sâ'ud, âlâ tabakasından esfeline kadar sakar-ı tabiatdır.
Ben, o mahcub olan velid'i, sakarı tabiata isal (vasıl) edeceğim (ulaştıracağım)
ki o sakar, helak ve ifna etmediği bir şey bırakmaz ve helak etdiğini helak
olarak bırakmaz, tekrar iade eder, tekrar helak eder. Daima böylece devamdadır.

73.32-37 :...yani sakar, başka bir şey değil, ancak beşer
için bir tezkeredir (pusula). Y.N.Ö. : 26. Onu Sekar'a fırlatacağım. 27.
Bilir misin nedir Sekar? 28. Ortada bir şey bırakmaz, hiçbir şeyi görmezlik
etmez o. 29. İnsan için tablolar/levhalar/ekran sunandır o. 30. Üzerinde
ondokuz vardır onun.

73.32-37 : Tabiat, doğa sakarı, beşer için bir pusuladır, bir
nasihattır, büyük belaların birisidir, beşeri korkutmakta tekdir, benzeri
yoktur. Beşerin tümünü değil sadece kabiliyeti ve idraki olanları korkutur.
Bunlardan dileyenler kalp makamına yükselebilir. İsteyenler de şehvet ve
lezzetine meyledip nefis makamında kalabilir.

73.38-39 : Her nefis kazancıyla Allah’ın indinde rehindir. Maddi
ve manevi kazançlarının, amellerinin, davranışlarının, bildiklerinin ve
uyguladıklarının tümüyle öyle kibirli ve mağrurdurlar ki kazandıklarından infak
edemezler, ayrılamazlar. Ancak cesetlerinden tecrit edilerek, ayrılarak fıtrat
makamına erişmiş olanlar kurtuluşa erebilir ve eshabı yemin olanlar yakalarını
rehinden kurtarmışlardır.

Üzerinde durulacak kavramlar :
(Doğa’nın esiri olmadan, bize bırakılan “söz”le gaflet uykusundan uyanıp, Sur ile (O’nun baki olan ruhu ile) bedenimizden sıyrılıp (insilâh) yeniden dirilmek-doğmak ! )

5 Nisan 2012 Perşembe

HAYAT VE MEVT

67 MÜLK SURESİ (77),
(ev ödevi: 24.12.2011)

(Ayet 1) (..yedi..mülkü) Yönetim gücü, kuvveti ve kudreti,
varsa eğer, yalnız uygulama alanında görülebilir. Bu nedenle melekût alemi veya
mana alemi mülk, eşya, madde alemini gerektirir. Yönetim yönetilen varsa
yürütülebilir. Her şeye kadir olma hali uygulama alanında görülebilir. Yedi
kudretiyle yani kudret eliyle mülk aleminde mevcud olan her mümkünata tasarruf
eden, hükmünü sürdüren, her şeye kadir olan gayrisi değil yalnız O’dur.

(Ayet 2) (..halakalmevt..hayât..ahsen amel) Hayat, zorunlu, gerekli de
olsa, irade gerektiren hareketler bütünüdür. Mevt ise iradî hareketlerin
olmamasıdır. Ölmek şanından olan bir şeyin olmaması yani ölüm niteliğinde bir
şeyin olmaması hali ise kendiliğinden olamaz, önce bir vücudun olması gerekir
ki onun ölümü olsun. Eğer ölüm bir vücudun varlığını gerektirmeseydi vücud olma
emrinin gerçekleştiği bir ortama, mevcudiyet ortamına gerek olmazdı, ihtiyaç
duyulmazdı. Bu nedenle, halkedilen halkın, yaratılmış olan yaratılmışların
hayat ile olan ilgisi ve ilişikliği gibi mevte, ölüme ilgisi ve alâkası doğru olur.

Kısaca, yönetim kudreti halk üzerinde uygulama alanı bulur, halk gerektirir. Halk da hayat ve mevt ile mümkün olur. Vücud buluş ve mevcud oluş hayat ve ölümün varlığını
zorunlu kılar. Kudret eliyle mümkün olanın vücud bulmasını, hayat sahibi olarak
yaşamasını ve mevt ile hayatta oluşuna son vermesini yöneterek yürütür.

Mevt ile hayatın halkedilişinden amaç (ahsen amel-güzel ahlâk) insanın olgunluğunun ortaya çıkışıdır. Gelin gerdeğe girmeli ki hayat devam etsin! İlim uygulanmalı
ki ortaya çıksın. Zafer kazanılması, rekor kırılması için olimpiyatlar
düzenlenmeli. İnsan-ı kâmilin yaratılabilmesi için insanlar ve insanlığın var
olması gerek! Gaybda gizli olan ilim insanlıktaki uygulamalar halinde ortaya
çıkabilir, hayata geçebilir. Maluma tabi ilmin zuhuru ile zahir olan
ilmullahdır, Allah’ın ilmidir. Hayatla kudret ortaya çıkmış olur, kudret elinin
marifetleri bilinir. Mevtle de iyi ameller ortaya çıkar, kötüler yok olur.
Hayat ve mevtle nefisler fazilet yarışına çıkar ve helak olarak ve kurtuluşa
ererek fark yaratırlar. Kötü amel işleyenleri kahreyleyen galiptir, iyi amel
işleyenleri sıfat nurlarıyla setreyleyen, örten mağfiret, bağışlama sahibidir.
Önemli olan yarışa katılmaktır, asıl olan yarıştır, katılanlar için zafer
önemli ise de, zaferin muhteşem olması için yenilginin de hüzünlü olması
şarttır. Yarışı var eden, halkeden, kudretini göstermektedir!

(Ayet 3) (..halaka seb'a semâvâtin tıbâkâ) Tabaka tabaka yedi sema
halkeyledi. Mülk âleminin nihaî kemali yani olgunluğunun zirvesi semaların
halkındadır. Kademe ve düzenlilik açısından semalardan daha iyisi, halk
yönünden daha sağlamı yoktur. Cemadat, nebatat ve hayvanatda kendilerine özgü
ruh vardır. Rahmanın halkında hiçbir uyumsuzluk görülmez. Semaların halkını
Rahman'a nisbet etmesi, onunla birlikte anması se­maların harici nimetlerin
temelini ve diğer dünyevî nimetlerin özünü, çekirdeğini oluşturmasındandır.
Semaların yuvarlaklığı uyumu artırmış, uyumsuzluğu gidermiş ve mükemmelliği
sağlamıştır. Tekrar tekrar bakılsa da bir aralık, çatlak ve yırtık görülemez, parçalanması
mümkün değildir.

Adem ve Alem uyumu nedeniyle insan kendi semasının (kalp, gönül, vicdan, merhamet, tasavvur...), bitki ve hayvan gibi diğer mevcutlardan farkının
idrakine varmalı! Gökyüzüne bakıp kendini bilmeli! Aleme inmiş Kur’an
kitabını okuyup kendi özüne Kur’an hitabının inmesini, inişini, inmişliğini
idrak etmeli! Maymuna inen kitabı maymun okursa, okuduğunu anlarsa, kitabın
hitabı onu insan yapar! Böylece, Adem için evrimin sonunda devrim de gerekir. O
ruhunu üflemiş, nefesinden nefes vermiş ve çamur Adem halife insan, kâmil insan
olarak dirilmiş olur! İnsanlığın en mükemmel hali, hayatın var edilişinin amacı
ortaya çıkmış olur. Hak, halkı halkederek, halkiyette hakkiyetin görünmesini
sağlamış olur.

57 Hadid, 1 : yerde ve gökte bulunan bütün mevcudat O’nu tesbih eder. Her mevcut, görünen ve görünmeyen vücudu ile, hâl lisanıyla O’nun oluş ve yok oluştan tenzihini,
acizlikten ve olgunluğu ortaya çıkarmak üzere mevcudatı tertipleyip düzenleme
konusunda herhangi bir eksiklikten tenzihini izhar eder, gösterir. Her mevcudun
o haliyle var oluşu, kendiliğinden, tüm gerçeğin delilidir, şahididir. O
mevcudatı var ve yok edebilen tek kuvvet ve hikmet sahibidir.

57 Hadid, 3 : O herşeyin evveli, ahiri, zahiri, batınıdır ve her şeyi bilir.
Hakiki mürşit ilimdir, mürşitten alınabilecek tek şey de ilimdir. İlim alarak Allah’ı
bilmek kendi bindiği dalı kesmektir. İlim öğrenerek kendini bilmek için, hiçbir
şey bilmediğini bilmenin ötesinde, yokluğunun idrakine varmak gerek. Yokluk,
ademiyet aynasında görünen haktır. Kendi yokluğunun idrakine varmak, kendi
kendine öğrenerek, okuyarak ilim sahibi olmakla mümkün olabilir, ama, ispatı
olamaz. Birisi onun yokluğuna şahid olmalı. Bir “yok”un şahidi ancak diğer bir
“yok” olabilir. Şahidlik ve şehitlik resul ile gelen son aşamadır. Veysel’in
şehitliğine resul şahid olmuştur. Bâtılın gidişi hakkın gelişi, zahir oluşu
böylece tamam olur. Veysel bireysel kalır, ancak resulün ümmeti olur.

Benliğini yok etmiş bir mürşidin yokluğunda görünen haktır, bu yokluğun içine
karadelikler bile düşebilir. Kâmil bir mürşidin alacağı yok vereceği çoktur.
Yol gösterip, talebesinin şehit oluşuna şahit olabilir. “Allah şahidim olsun”
deyişi buradan gelebilir. Pencereyi kapatmak nasıl ki güneşe zarar vermez,
kâmili reddetmenin de zararı yoktur. Zaten o asla ben varım, bana gelin demez,
onun içine-üstüne düşülür, çekimine kapılınır, olursa öyle olur, olmazsa da
olmaz! Önce kudret eli vardı, hayat oldu, aynı el öpülerek, yani, bedenden
ruha, arzdan arşa tut çıkar beni diyerek hayattan geçilebilir. Neden el öpme
diyene “bir yerden başlamak gerek” denir. O öpülecek el hangi eldir, nasıl
bulunur diyene de “bakınız Hadid, 3” denebilir.

4 Nisan 2012 Çarşamba

TEFEKKÜR

‘Bir’, varmış; bir şey, yokmuş,
Evvel, an içindeymiş,
Bir’i bilen de yokmuş,
Bir, şey ‘ol’sun istemiş.

Hakk, halk diye, görünmüş,
Yer ve gökler oluşmuş,
İlk, Musa, Tûr’a çıkmış,
İsa’ya, gökler kalmış.

Evvel zaman son bulmuş,
Ahir zaman oluşmuş,
Mustafa’yla giz kalkmış,
Yeri göğü kaplamış.

Görünen, görüntüdür,
Ben’i gören O’nu görür,
Ben’i bilen O’nu bilir,
O, “varolan”dır bilinir.

Bir’in çoğu halkiyet,
Şey, abide, abdiyet,
Aratır, bulma niyet,
Arıtır, akluhikmet.

Cahilde yoktur idrak,
Madde manâya Burak,
Gece gündüze çırak,
Yücel arzdan çıkarak.

O yoktur, benler varken,
Akıl, yiter ararken,
Aşka erer dururken,
O gelir, ben giderken.

İlim, alimi yüceltir,
Gizli aşk, ten eritir,
Kalan bir letafettir,
Tecelliyse ‘Gerçek’tir.

Senler, benler, hep Bir’den,
Çıkılır göğe yerden,
Akıl, aşk, ruha, kalpten
Fikret Necdet; geç ‘ben’den.

MEVCUT

Sen, sen olmaksızın O’sun sen,
Zandan kurtulup bir bilsen,
Sen sabredemez, göremezsen,
Gerçeği gör, kendini bilsen.

Vücut, mevcudun bir parçası,
Evveli zat, ahiri mim Rabcası,
Pek güzeldir ahlâkın Hakkcası,
O’ndan gayri olmaz, halkcası.

Hakikat güneş, gurub vücut,
Batıdan doğar eder sücud,
Gayri vücut yoksa, hem abid,
Nasıl olabilir ki bir mabud.

Yeryüzü doludur şahsiyet,
Semada vardır bir Hakkiyet,
Kendini bilmek bir meziyet,
Yalnızca gölgedir beşeriyet.

Şefaat olmaz, önce hidayet,
Hubutla indi yere ulûhiyet,
İlim ile yok olur da cehalet,
Aşk ile zevk edilir Ademiyet

Levhi nahfuz, nefsi külliye,
Ademoğlu insanı temsiliye,
Ruhuyla diriliş, irsal oluş,
Apaçık nefsi Muhammediye.

Onu zikredenin arkadaşıdır,
Koşup gidenin yaklaşanıdır,
Allah deyip de kucaklaşandır,
Hakk iken, zahir, halklaşandır.

Güzel huyu, tevhid şeriatı,
Arzda koşan Buraktır atı,
Çok güzeldir resul tabiatı,
Halktır, Hakkın zat’ına miratı.

DOSTUM TÜFEKÇİ

Hem şu iş bitsin, hem de bu iş bitsin,
Düşünemezsin, nerde, kiminlesin,
Şöyle bir bakar, boşlukta akarsın,
Anında sorar acep ne yaparsın.

Özlemle arar, nasılım sorarsın,
Sımsıcak, sıkı sıkı, kucaklarsın,
Ilmi yaşatansın Tüfekçi Hüseyin,
Sensin aslında ben diye sevdiğin.

Evde mi hanımefendi Şehriban,
Selma Pembe Hülya Hürcihan,
Biz birbirimizde gizliyiz her an,
Ayrı bedenlerde vardır aynı can.

Bugün, tevhidten söz açan oldu mu?
Biri bari, beni sana sordu mu?
Gönüllerde bir sessizlik oldu mu?
Kalplere de bir muhabbet doldu mu?

Yaşanacak ilimdir bu, saklanmaz,
Suçüstü yakalar, kılarken namaz,
Sohbet etmeye hazırlık yapılmaz,
Anda düşeni paylaşmazsan olmaz.

Zikr olunduğun gibi zikret, şükret,
Her insan, insanlıktan bir zürriyet,
Damlayı deryaya salmak hürriyet,
Damla, denizin coşkusunu seyret.

“Kul” “de ki” demek, “kulu” kelâmıdır,
Vücutta, abd’i olmayan var mıdır?
Abide varım derse, pek yalandır,
Hakkın abidesi halk, benlik zandır.

Bildik dedik, cehalette buluştuk,
Ümmîliktendir, ne de çok konuştuk,
Görüştük şükür, sohbetiyle coştuk,
Hep buluşup, ‘bir’likte, O’na koştuk.

İZHAR

Doğar Güneş Yer yüzeyine,
Aydınlanır heryer kul gözüne,
Görünür madde arzdan göğe,
Kara madde aydınlanır böyle.

Dünya dönerse güneş doğar,
Eğilerek dolanırsa ışık dolar,
Karanlık yüzünde sular donar,
Işınlar, ısıtıp, karanlığı boğar.

Aydınlanmayla cehalet gider,
Bilgi, bilgisizliği kalpten iter,
Kalpte doğar hakikat güneşi,
Hakk geldiğinde biter bâtılın işi.

Hakkiyet gizlidir şahsiyette,
Şahsiyet görülür harekette,
Hareket izlenir halkiyette,
İzhar olur hakikat abdiyette.

Abd, ibadettir, O’na abideliktir,
Kıyam ediş, durana kıyamettir,
Allahu ekber, bir iradi mevttir,
Namaz, mümine mirac ettirir.

CAN MUSTAFA

Duydum geldim, gördüm sevdim,
Seninle nasıl geçti vakit bilemedim,
Sevdin, sevdirdin, tanıttın canlara,
Yetmedi görüp, doyamadım onlara.

Arabaya doluştuk, köşklerde konuştuk,
Bir konuydu, ama, ne kadar da coştuk,
Dünya yetmedi, gaybını da taradık,
Bilerek kendimizi, hep O’nu aradık.

“Görünen, görenin görüntüsüdür”,
Senden de görünen, senden görendir,
En sevilen, senin gibi kendini bilendir,
Kıyam edip, namazını mirac edendir.

Hakca kıyam edenin kıyameti kopmuş,
Yalnız ‘Bir’ varmış, başkası da yokmuş.
“Ölmüş eşek bile kurttan korkmazmış”
Dedim, onayladın, inancın da tammış.

Ne gelen var ne de giden, inip, çıkan,
Evvel, ahir, zahir, batın, şe’nde her an.
Gelmedik ki gidelim, şüphe yok bir an,
Ne var idiyse hep var olacak her zaman.

Mustafa Kulak, kulak kesilmiş sultanına,
İlmiyle alim olmuş, vasıl olmuş muradına,
Bülent abi, biz gidelim bilen Mustafa’ya,
Bir, hep Bir’dir, diyen, bilmiş Mustafa’ya.

Necdet hep özledi de dedi sana hep Can,
Mustafa can hep gönüllerdedir can-ı can,
Arayanlar demez mi, can işte canan hani,
Verildi bekâ, sen bâkisin, gider ancak fani.

MUHTEREM ÜSTADIM

Hakkı halka anlattı Anadolu’da halk ozanları,
Aşık etti aşıklar gönülden gelenleri duyanları.
Kökleri derindeki ocağın, kimlerdir meyveleri,
Nasıl açılır sembollerle çok örülmüş kisveleri.

Hiram, kendinde Tanrı’nın tecelli ettiği insan,
Simasından tanınır o kuşku duyulmaz bir an.
Demirciye çırak olan biri, marangoz olamaz,
Bilen, görünce tanır Hiram’ı, aslını soramaz.

Güneşle konumuna göre, oluşur, gökkuşağı,
Hiram olan üstad, nur saçar ruhundan aşağı.
Küçük bir kısmı görülse de denir bu kuşaktır,
İnsan-ı kâmile açılan ya kulak ya da kucaktır.

Almadan vermek, bilinir, Tanrı’ya mahsustur,
Hoş seda, üstattan kalpte kalan bir husustur.
Yıllar önceydi, kendilerine yazmıştım şunları,
Siz de hemen tanıyacaksınız işitince bunları:

Siz, sade sizden bekleneni yapıyorsunuz,
Ancak, onu ne kadar güzel yapıyorsunuz,
Çok şey almak için kapışılan bir makama,
Siz, pek çok ve güzel değer katıyorsunuz.

Allah sevmiş de var etmiş bu dünyada sizi,
Örnek alın da idrak edin deyip koymuş bizi.
Misafir, evlerimizde, baş köşede oturmaz,
Misafirin yerini biz baş köşe kabul ederiz.

Bu güneş, bu dünyada doğudan doğmaz,
Biz bu güneşin doğduğu yere doğu deriz.
Siz bizim hep baş köşemizde oturacaksınız,
Hakikat güneşi olarak kalbe doğacaksınız.

Üst makam sonrası hep "hiçlik" dersiniz,
Siz varlığınızla “yokluğu” doldurabilirsiniz.
Etrafınız asla boş kalmaz, boşluk olmaz,
Yanınızda dost ve dostluktan yer kalmaz.

Kendini bileni tanımak ne güzeldir sizinle,
Umarım, kaybedecek vaktiniz olur bizimle.

MÜMKÜN

Var olan, varlık, bir ve tek ise,
Olamazsa başka biri mevcut,
Mevcut olamaz ki, olsun mabud,
Yoktur elbet olamaz başka lâhut.

Mümkün vücut muhtaçtır mutlak,
Muhtaç ise nasıl olur, olmaz, Itlak,
Görünmez bu vücutta gayrısı bak,
Aldanma, bil, gizlidir halkta Hakk.

Örnek insandır Allah’ın Habibi,
Örnek olmuş, kâmillerin herbiri,
Ölmek olmuş, ölmeden, kaderleri,
Öne çıksın, varsa, bundan gayrisi.

İnsanoğlu bir nutfeden olmuş,
Evren de “Büyük Patlama”danmış,
Büyük patlayan bir noktaymış,
“Boyut sıfır, kütle sonsuz”muş!

Dinde yoktur asla bir zorlama,
Bilenler hep, ancak, O’nu bilir,
Hakir görüp kimseyi horlama,
Halk aynel hakk, gayride kalma.