31 Mart 2012 Cumartesi

Once upon a time...

A Swedish man called Mr. Ulf Stensby,
Had to wake up: “Ooh my God can’t be”.
They had to catch a bus at 6 o’clock am,
Without knowing anything who was I am.

We met each other in Bursa bus terminal,
It was just a nice start for a business at all.
A business went on based on a friendship,
Relations’ level was so high, never cheap.

For a Nato colonel all was so much strange,
Textile, was quite a different field of range.
Anxiety was in all aspects of this civilian life,
For the first time I needed support of my wife.

Now, hard to remember what I did in detail,
It was a life time experience to tell same tale.
I was an agent for a non-Nato country’s firm,
There were high standards given to confirm.

Small samples taken to show around to many,
Struggling to get a good news if there was any.
Delivery terms, prices, quality were to balance,
Never took a breath at a long period of silence.

At last once the sample of production approved,
The life after was never the same, it was proved.
For the quality the boss was Bertil, need his ok,
Only after it one can run the business as a jokey.

We built the business up so quickly ever after it,
Mutual happiness and friendship took all over it.
Trust and understanding each other, took place,
Visiting families, family size wishes, no replace!

We built our own language, phrase by phrase,
Hole-in-the-wall, wining and dining, just a base.
A Turkish flag up in the North was a big surprise,
None can buy what we have on hand at a price.

A military man turned out to be an Almedahl man,
Myself never knew that, what I did to date, I can.
Dear Ulf here is your story now as a retired fellow,
Hüsniye and me say be happy with Ulla on follow!

Necdet ALTINAY, 31.3.2011

Laws of Nature: No Edge, No Time, No GOD !!!

A well known scientist called Hawking:

Everything may come out of ‘Nothing’,

Given the hydrogen, H, all automatic,

So, no need for a creator and creating,

But, H must be given out of Black Hole,

Otherwise, it keeps inside everything all.

The scientist himself , a miracle as it is,

A proof of Him, the life of such a man is.

It is the duality that teaches us all else,

Another duality, saying NO means YES!

29 Mart 2012 Perşembe

Nothing But Allah, The God !

You have reasserted what Rabbi says to me:
One, religiously, does not need to name any,
Jewish, Christian, Muslim to differentiate many,
Highlight the differences, as teaching a baby,
Beings are all One, as enlightened, we must be!

Enlightment is like purification in a known refinery,
One's existence's sole aim is to know "Oneself",
Down on the Earth it is me, in the Heaven it is He.
On the way, up and down, Wisdom travels only,
Until we recognize, Nothing but God exists to be!

From the Soul-Heaven to Earth is the Kingdom,
In the middle, our Hearts stand, hardly or softly,
It is hard and cold in the dark, in the light gently.
May our hearts can be ascended by our wisdom,
So, Love and only Love prevails in you and me!

YÜZLER

Allah’ın, yer yüzü, gök yüzü,
Aşikardır herşey, bilene özü,
Uzatmaya gerek yoktur sözü,
Yeterlidir görmeye gönül gözü.

Altı yüzde halkedildi tüm bu eşya,
Dördü yanda, biri altta, biri üstte,
Olmazsa Güneş görünmezdi Dünya,
Madde oldu ruhun nurundan ihya.

Neye baksan ordadır O’nun yüzü,
Karanlıktan çıkar apaçık gündüzü,
Aldatmasın hiç eşyanın arkası yüzü,
Aşktır ancak O’na giden yolun düzü.

Kudret eliyle yoğruldu Adem kırk gün,
Rahimde bedenlendi aynı günde cenin,
Kendi ruhundan nefhetti, aynı suretti,
O gün sana tüm Melekler secde etti.

Musa ile İsa, bilinir, kelâmıdır, ruhudur,
Mustafa, hem elçisi hem de kuludur,
Konuşan göremedi, giden gelemedi,
Kıyam edişle, namaz mü’minin urûcudur.

Ne nebi vardır ne de veli, evveliyle ahiri,
Masivadan geçene, yoktur O’ndan gayri,
Kaza ve kaderi, müjdedir, hayrı ve şerri,
Vahdettir aslında, çok görünen kesreti.

28 Mart 2012 Çarşamba

İlâhî, Beşerî !

Denilir ki hep, beşer şaşar,
Beşer olduğu için mi şaşar,
Şaştığı için mi denir beşer?
Kendini bilen beşeri geçer.

Aşağının aşağısından çıkar,
Kişi çukurdan çıkmaya bakar,
İlim suyu, ruhtan, akılla akar,
Gönlü dolanın ben’liği yanar.

Dipten doruğa tek yol vardır,
Geçmesi zor, pek de dardır,
Bu yola, beşerî olarak girilir,
Güdülen amaçsa pek ilâhidir.

Gidiş beşeriyetten ulûhiyete,
Amaç, bu dünyadan ahirete,
Hiç önem verilmez zürriyete,
Kâmiller böyle erer hürriyete.

Tek yönlüdür aslında tarikat
Benlik biletiyle erilen hakikat,
Beşerî olanlar verilir ilâhî’ye,
Dönen olursa alınmaz geriye.

O’nun ruhuyla dirilen, bilen,
O’nu bilir kendi özünü bilen,
Hakkın vücuduyla dönülür,
Mümi’nin miracında görülür.

Hak yolunda gittiği gibi gelen,
Beşerim, gittim geldim diyen,
Ahireti alıp dünyaya getiren !
Olamaz kişi iki alemde birden.

Atamız rasyonel transrasyonel,
Demişse, hiç değildir irrasyonel,
Her sorunun vardır bir çözümü,
Kendi alanlarındadır aç gözünü.

Su bile sızmaz birinden ötekine,
Misal aleminde, bak Akdenize,
Bilinmez ruh bedenin neresinde,
Beden görülemez ruh aleminde.

Herkes ister kavuşayım varayım,
Söylemesi kolay kurban olayım,
Ledün ilmiyle kalbim doldurayım,
Güçtür ikrar bencilliksiz kalayım.

DÜNYALAR

Evvelinde günün, geçerli tabir,
Öncesine evvel, sonuna ahir,
Olsa gerek düşünülür, bâtınî,
Bugün de bilinir maddi manevî.

Düşünceleri gerçekleştiririz,
Önce düşünür, sonra uygularız,
Planlar yapılır adım atmadan,
Uygulanmaz plan kanıtlanmadan.

Madde, görüntü yeridir manânın,
Mutlak ilmi gaybtadır bu dünyanın,
Beden arza akar ilim suyu semadan,
Göründü Gayb “ol” emriyle ervahdan.

Düşüncenin temeli dimağımız,
Verilmiştir bize akıl ile zekâmız,
Secde etti Adem’e tüm melekler,
Var etti insanı hep bu yetenekler.

Herkes gibi, bence, yaşarım ben de,
Bir alem Dünya’mda, tam merkezinde.
Gerçeği gördükçe ben, ‘ben’im kısalır,
‘Ben’ kalktıkca ortadan, gerçek kalır.

Bu dünyadadır herşey, herkes, benlik,
Muhabbet, sevgi, dostluktur cennetlik.
Işık tektir, düşünce, prizmada renklenir,
Hayat tektir, cehalette, ben eklenir.

Bir yazar, yazar kendi bilgisine,
Gününün okurunun ilgisine,
Biri çevirmeli dünü bugüne,
Günün okur, ilim ve idrakine.

Dünden bugüne, yazar ve okuru,
Aynı gerçeği hem yazar hem okur.
Gerçek bir ve tek, görünse de çok,
Hakk bâtın, halk zahir, şaşanlar şok.

Hitap, Kitap, ilk ve son aşık,
O’nu tanıyan, dünyası aydınlık,
Anlayamayan, yaşamı karanlık,
Yaradan, ‘Var olan’dır, idrak anlık.

Biz İstedik

Biz istedik hayatımızda çok çeşitlilik olsun,
İstedik ki güzelliklerin hepsi hep var olsun,
Farklı fikirler ve düşünceler yaşanabilsin,
Böylece, en güzeli ve doğrusu bulunabilsin.

Kendin için istediğin başkasını da kapsasın,
Yoksa, ortadan çatlarsın, sonunda patlarsın,
Onlar-bizler olduk, kamplaştık dışta, içte,
Çatladı milli bütünlük ahh, tam burada işte.

Milletce bölünmez bütün olduğumuzu unuttuk,
“Millet isterse altından yapar”, attık, tuttuk,
Milletin içinde olamaz illet, demeyi unuttuk,
“Türk milleti bölünemez” oldu sade bir nutuk.

Avrupa, Amerika, güzeldir buralarda yaşam,
Gündem hep, “sen ne diyorsun bunlara paşam”,
İlgilenmedik, eğitmedik, öğretmedik en basiti,
Eloğlu bir güzel belletti en kötü, kör fikri sabiti.

Haberlerde “sahte şeyh” dedik, güldük geçtik,
Sahte değilse şeyh kabulmü, asla düşünmedik,
Ayrı dünya, farklı hülya, bu bir rüyayla yetindik,
“Vücut bir bütündür” dedi Ata’mız, düşünmedik.

Hep yakaladık sadece sahtesini, güle güle,
Hiç bakmadık, esas olan, peşinden gidene,
Tanrı’yı ararken var mı olmak bir kula köle,
Sana da şah damarından yakın, sor elçisine.

Yol ayrımını ne gördük, ne bir an farkettik,
Çok ilerledik, geliştik, biz batılılara yetiştik,
Bir tarafımız kaldı kavşakta, girdi yanyola,
Demedik ona, sen niye gelmiyorsun hayrola!

Halka hizmetle ibadet edip insanca çalışanlar!
Yunus der ki: “başkası yok”, birbirini tamamlar,
Bilen için, “gayrisi yok”, ‘ben’de bulur arayanlar,
“Halka hizmet Hakk’a hizmettir”, der anlayanlar.

Etme bulma dünyasıdır, eden hep kendine eder!
Yabancılaşmaktandır, ölen, kalan, elem, keder,
Bir olma, haklılıktan değil, kucaklamaktan geçer,
Yabancı yok, biz bizeyiz, ya beni al ya da seni ver.
(10.12.03, İstanbul’daki patlamalardan sonra, )

26 Mart 2012 Pazartesi

AKLIN AMACI

Akıl önemli, hem yararlı,
Azimli, üstelik kararlı,
İnsan, oğlu, adam olmakta,
Akla gelmedik iş yapmakta.

Anında yap ihmale gelmez,
Aklın kullanımı, benzemez,
Çekme, itmeye bir aracı,
Hiç olmaz maddeci, paracı.

Maymunluktur bu, lâkabıyla,
Taklit eder çocuk aklıyla,
Böyle gelir Adem maymundan,
Kendini bil, çık bu çamurdan!

Aklı kullanmak amaç ister,
Amaca ulaşma yürek ister,
Hedefsiz gemi yeli neyler,
Yolda yer içer, gönül eyler.

Canım, aklı kullan amaca,
Olmaz yolda içip durmaca,
Kendini bil, bul da insan ol,
İşte budur, senden sana yol.

Bir söz verdin adam olmaya,
Ölüp de yeniden doğmaya,
Bakıp bu madde ve doğaya,
Akıl ve aşk ile, er Tanrı’ya!

AKIL

Aklı olduğu için insan, konuşur, nefs-i natıkadır,
İnsan, aklı kadar, aklı gibi, O’nun tecelliyatıdır,
Bildiği için, bildiği kadar, bildiği gibi, kemalâtıdır,
Tenis bilen tenisçi, marangoz, O’nun zuhuratıdır.

Akıl, anlayış, ruhun nuru, aydınlanmayla işe atılır,
Adem, 'Habibi’nin nuruyla, aklı ile, yaratılmıştır.
Aşkı idrak eden akıl sona ermiştir, Muhammed’tir.
Aklın sevdiği fikrin, Ali misali, hidayeti basirettir.

Akıl sadece dünyada geçim işleri ile tatmin olmaz,
Arayış fıtratındadır, Adem’den Alem’e, yorulmaz,
Damladan deryaya, hikmetinden sual olunmaz,
Bilerek ilim yapar, ilmi geliştirir, ilim son bulmaz.

Doğadan başlar, ilme ulaşır, ilmin asıl olduğunu,
Görünenin, zahirin, cisim; esas olanın bâtın, isim;
O’nun hüviyetinin bâtın, eneiyetinin zahir, olduğunu,
Bilir akıl, kesrette vahdeti, O’nu, kalbe doldurduğunu.

Halktan başlayıp Halik’a erer, anlayışıyla akıl,
Hakk’ı halk için, göz önüne serer, idrakiyle akıl,
Kalbi nur ile doldurur arayışı, merakıyla akıl,
Canlı yayındır muhabbeti, değil ondan buna nakil.

Muhammed akıl, Ali fikir misali, insan gönlünde,
Fikir, ya pratiktir ya da teorik, kâlp kâbesinde,
İki oğlu gibidir, Hasan ile Hüseyin, ehl-i Beytin,
Yeşermez anlayışsız nefs arzında, incir ile zeytin.

KIYMET

Bir gün boş kaldım da, Allah’tan,
Düşündüm hoş, elçi ve kulundan.

Doğada her “şey” ötekine bağlıymış,
Yalnız “ben”, her şeyden ayrıymış!

Düşünce bir damla doğa, deryaya,
Dalgalar olur da çarpar bir kayaya.

Ben’liğini ayıramaz insan kayadan,
Ben giderse aradan, gelir Yaradan.

Olamaz hiç “boş”, hem de Allah’tan,
Elçisi pek “hoş” görünür, aslından.

Arayan, aradığı kimdir bilemez,
Bildiğinde, onu buldum diyemez.

Kıymet hep, kaybedince bilinir,
Bulunca, bulanın kendisi silinir.

Kelime de, aranırken bilinmez,
Bulunca da, kimseye denilmez.

Bulunan kayıpsa, kıymeti bilinir,
Kıymet bilen ise, onunla dirilir.

Kendini bul, bil diyene, ver kulağını,
Diyen kendinden bilir ne bulacağını.

Hepimizin aslı, hep aynı, bilirsek,
Bir olmaz mıyız biz farklı değilsek?

YOLCULUK

Doğru çıkılan yolculuklar, gizemlidir,
Yönü de sana mı, O’na mı, önemlidir.
Genel olarak yola öğrenmeye çıkılır,
En sonunda, sonuca, nadiren varılır.

Hep düşünürüm doğru yolda mıyım?
Doğrusu bu mudur, bu doğru mudur?
Sonunda kararlıyım, doğru yoldayım,
Yol doğrudur da nereye çıkar bayım?

Herkesler bir alem, üstelik de küresel,
Merkezlerde benler, noktalar yüzeysel,
Hayatı yaşayanlar görünürde kitlesel,
Oysa, benden başlar gidişler, bireysel.

Ben merkezli alemde gidilse de yol,
Ben dışında nereye gidilirse gidilsin,
Doğrudur, ama, hem bir karışlık yol,
Varılan sonuçlar da ayrı ayrı pek bol.

Herkes gider kendi yoluna, kaybolur,
Kendinden uzaklaşan, bulsa ne olur,
Düşün de dal derine, çıkma yüzeye,
Yaşam bir fırsattır cahillikten bilmeye.

İnsanların hepsi doğru bir yoldadır,
Kimileri kaybeder, kimileri de bulur,
Yolculuğun hikmeti tam buradadır,
Yönü dıştan içe olan kendini bulur.

Sen yoluna ve yönüne dikkat etsen,
Nereden gelip nereye gittiğini bilsen,
Analizden sonra bir senteze erersen,
Başka bilmesen olur, kendini bil sen.

FEDAİLER

Misal aleminde üretilen şeyler tasarlanırmış,
İnsan taklit edişten yücelmiş,
Kâinat, tesadüf değil, planlı akıllı tasarımmış.

Zamanı gelince hep deriz, tesadüf yoktur,
Abes yok ise,
Var olan her şeyin varlığı delil, işaret çoktur.

Birilerini tanıdım, çok cahil, sanki, evi ve ailesi,
Hani elmayı yedikten sonra,
Ademin atıldığı, aşağısı, esvel-i safilinin adresi.

Ama, nedense, hep senden bahsediyordu,
Herşeyi senden bilip,
Verdiğin akıl, fikir, nimetlere, şükrediyordu.

Çok okumuş, bilen, aydınlar da, dernek kurmuş,
Kendi aralarında organize olmuş,
Seni bilmek için yemin etmiş, yeniden doğmuş.

Birisi adını sandığa saklamış, sandığı gömmüş,
Cehalete karşı savaş açmış,
Sırrını ele vermemiş, kendini feda etmiş ölmüş!


O Başkası Değil !

Düşümde, sanki telefonda,
Dedi ki : “arıyorum ben O’nu”,
Tamam da, dedim, sen kimsin ki?
Nesin, necisin, kimin nesisin ki?

Sen kendini bilmez isen,
Aradığını nasıl bulur, bilirsin.
Kiminle bilip, öğreneceksin,
Bulduğunda nasıl bildim diyeceksin?

Ben beni bildikleri gibiyim,
Nasıl bilirlerse öyleyim, ayettir,
Ne öyle, ne de böyle,
Hem öyle hem de böyle, şahittir.

HALK BİLİYOR SENİ

Köyden, köylülükten kurtulmak amaç idi,
Okumak, yazmak,
Amaca ulaşmanın tek yolu, tek araç idi.

Okulların, üniversitenin ilmi başka gelirdi,
Seni bilmek,
Akla, önce, tekke ve medreseler getirdi.

Rahmetli babamlar hep derlerdi oku,
Her bilinen O’nunla ilgilidir,
Bilen yalnız O’nu bilir, gayrisi hiç yoktu.

Sağolsunlar babamlar, ne güzel adamlar,
Dedikleri doğru çıktı,
Kendini bilen Rabbini bilir, idrak ile anlar.

Hayat, ilim, irade senin, sen görür, işitirsen,
Vücudunla mevcut, hayat ile diriysen,
Kimse olamaz, senden başka, sen var isen.

Varım demek zandır, dalalet içinde bir andır,
Kahrından lütfuna,
Cahili aydınlığa, çıkaran tek kitap Kur’andır.

Halkın kalbine girmiş, diline yerleşmişsin,
Onun da canı var, o da Allah’ın kulu!
Diyenlerde, merhametinle, tecelli etmişsin.

Öğütlenir, kimse görmese Allah görür, işitir!
Kim görecek deyip aldanma.
Hakk’ı halka kim anlatmış, ne acaip iştir.

Gökte ararken yerde buldum diyen kim,
Tavşana kaç, tazıya tut demişsin,
Hızır yetişmiş, Mevlâna pişmiş, hepsi birikim.

Köyde bilinir, gökten iğne düşse nereye iner,
Her yerde hazır ve nazır olan.
Habibin Resul, miraca çıkarken, Burak’a biner.

Hakkında öğrendiğim her şey sanki halktan,
Kim olabilir ki başka,
Ne gelirse başa, bilinir, gelmiştir Hakk’tan.

Ne güzel demiş diyen, özeti budur dört kitabın,
Kimden kime olabilir ki,
Hepsinin içinde hep, senden sanadır hitabın.

İÇİ DIŞI BİR

Güvenilir, sevilir, iyidir, içi dışı bir olan kişi
Özü de sözü de birdir, rast gider onun işi.
Dediğini yapar, yapacağını der, aldatmaz,
Kimseyi kimseye, bir fiyata, asla, satmaz.

İnanılır, güvenilir, hem doğru ve dürüsttür,
Sevenleri çoktur, sevgisi, kıymeti büyüktür.
Bir görünür uzaksa, görünmez pek yakınsa,
Bir ile hiç arasında oynar kişi, farkındaysa.
Yakından çok görünür uzakta bir görünen,
Aslında bir, tektir akılla parçalanıp bölünen.

Mikroskopla inilir, gidilir küçük sonsuzluğa,
Teleskopla çıkılır ulaşılır büyük sonsuzluğa.
Sonsuzluklarda biz ve benliğimiz kayıptır,
Amaca ulaşmadan kaybolmak çok ayıptır.

Aslında herşeyin bir içi vardır bir de dışı.
Dünyanın bile bir arzı vardır bir de arşı.
İç ile dışın toplamı da bir ve tek bütündür.
Bu gerçeği insan için değiştiren düşündür.

Aklını kullanan önce gider farklılık ile farka,
Aklı başına gelince birlikle tekliğe çıkar arka.
İnsanlar çoktur ama insanlık bir, olamaz iki,
Zanlardır, yanılgılardır, bir çok görünür belki.

Ne var idiyse evvelde, O vardır bugün de,
Zaman içinde yok olan, hiç olmadı ezelde.
Doğru diye bildiğin olmasın bir zan, yanılgı,
Birdir, bir gör, içinde yaşadığın tüm varlığı.

İnsanlık görünür ise bir insandan, Adem’dir,
Adem diye gördüğün tümüyle bir alemdir.
Adem ile alem de bir ve tek bütündür bilinir,
Akluhikmet, basiretle benlikle ikilikten geçilir.

Biz bize iken biz deriz biz kendimize tümüyle,
Parçalar ele alınır kavranmak için bütünüyle.
Görünen, görenin görüntüsüdür, asla iki değil,
‘Bilinmek’ için görünüş, gerçeğin önünde eğil.

24 Mart 2012 Cumartesi

Ezoterik Sanat

Her kardeşte gizlidir can kardeşlik,

Kardeşin kardeşliği tam göstermelik.

Kendini bilende görünen hep O’dur,

Görünende varlığı bilinen de O’dur.

Doğuda ne denir, batıda ne, boştur,

Önemi yok lisan farklı ise, hoştur.

Tüm fiil, isim ve sıfatlar O’nundur,

Esas olan bunu idrakle dolumdur.

Adem, İdris(Hermes)ten’dir ezoterizm,

Başladı Aristo ile felsefî atomizm.

Aynı, bugün de ilâhî, ruhanî, nuranî,

Kardeşlik esastır, kaldır egoizmi.

Ulu mimardır, bu düzeni kurandır,

Şanı pek yücedir, başkası yoktur.

Gizliyken bilinmek isteyip aratır,

Kâmillerle bilinir, yaşar, yaşanır.

Adamolma derneği tanınır bilinmez,

Adam etme dergâhı bilinir girilmez.

Amaç da araç da aynı, cahil insan,

İnsanları ayıran yalnızca bir lisan.

Altın çöplükte yine de kalır altın,

Ben ben iken değişirsem taşlayın.

Geldim tek kişilik tekkeden derneğe,

Derneğin hoşgörüsü değer görmeye.

Bâkidir eserleri ile müessir olan,

Hz. Musa’yla konuşup, İsa’yı alan,

Anılır adı ile O’nun adı her zaman,

Kurtulur son nebiyi hakkıyla tanıyan.

Biri der maddede kalmak esarettir,

Öteki der bağnazlık cehalettir,

Sıyrıl bencillikten çık hürriyete,

Kurtul kesiflikten yücel letafete.

Cennetin kapısında ‘kendini bil’!

Senden sana yolculuk bu, ol akîl.

Özünde bulacağın nur ruhundur,

Tanrı, yaradan değil var olandır !

Denir, sende ara sende bul Hakkı,

Bildirdi beni bana sırrı bende saklı.

Kavuşulur tevhid ilmiyle nuruna,

Dernek de bir dergâh da kaldırana.

CAN KARDEŞLER

Bir zamanlar birşeyleri severdim,

Düşünmeden ileri geri,

Sevdiklerimle yer, içer, gezerdim.

Yapmazdım hiç sevmediğim işleri,

Kim ne derse desin,

Düşünmeden, emir veren kişileri.

Sanki, ben toplumda başına buyruk,

Herşey verilmişti bana,

Çekinmeden, tek kişilik ordu olurduk.

Daha yeni başlarken seni öğrenmeye,

İçimdeydi herşey,

Başladım dıştaki dünyaya direnmeye.

Yeni başlamıştı sevgim, sevgilime karşı,

Onunla birlikte yaşandı,

Büyük bir aşk ile, seni bilme yarışı.

Sevdikçe seni, aşk olur zannederdim,

Söyleyemezdim kimseye,

Sana kavuşmak oldu emelim, derdim.

Sevgiliyi sevmek, sevgin için örnek midir?

Severek meşk etmek,

Kendinden geçmek, yolunda ölmek midir?

Seven biri seve seve aşık mı olur?

İradesi kalmaz da,

Sevilince, aşık mı, maşuk mu kalır?

Senin “habibim” dediğini kim duydu?

Bir avuç toprak demişsin,

Görüp, bilensin bana vaadin bu muydu?

Şimdi düşünüyorum da nerden geldiğimi,

Düşüncesi bile güzel, olmazdım,

Sevmeseydin, istemeseydin, seni sevdiğimi.

Her yerde, tarihte, çok kişi, çok aramış seni,

Can kardeşlerim düşünmüş,

Umut görüldü bende, öğretti seni, eğitti beni.

23 Mart 2012 Cuma

CENNET İÇİN

Bu nasıl iş genç ve güzel Hatice,

Bedeli Dünya, beklediğin netice?

Para kazanmak için girersen işe,

İşini mi verirsin, bu nasıl bir gişe?

Hakkı isteyene cennet ceza evidir,

Hakkı bilmek, sadece basiret işidir,

Kendini bilen, insan-ı kâmil kişidir,

Arifin dini olmaz, ne er, ne dişidir!

Halk, aynel Hak’dır, sabah uyanır,

Fecr ile uyanan çevresine bakınır,

Görünen görenin görüntüsüdür de,

Hazır ve nâzır olan işte her yerde.

Zikreden, idrak eder, fail Hakkdır,

Sıfatlar O’nun, gerçek, mutlakdır,

Mevcudat, vüdudu ile mevcuttur,

Benlik şirktir, başkası, hiç yoktur.

Ben görürüm diyen, sen göremez,

Ben işitirim diyen, sen işitemezsin,

Ben bilirim diyen, sen bilemezsin,

Demek isteyebilir, düşünemezsin?

Denilenlerle, denmek istenenlere

Ulaşmak için bakılır açık ayetlere,

Ayetler delildir, bakılır alâmetlere,

Gir gönlüne kulak ver kâmil erlere.

Gör alemi, beden-i Muhammediye,

Bil ardında var ilm-i Muhammediye,

Biri, bilinir görünmez, herkes bilir!

Biri de, görünür bilinmez, kim bilir!

Resulümü, ben bilirim, sen değil

Diyeni, gayrısı bilemez, lâf değil.

Sır perdelenmiş, budur tesettür,

Sırrı yoksa, edilen tebessümdür.

İNSANLIĞA YÜCELİŞ

Başkalarına iyi anlat ki anlasınlar,

Bil neyi, nasıl, ne kadar anlarlar,

Onlara göre söyle, iyi öğrensinler,

Ne istenirse ver, senden bilsinler.

Başkasına istediğini vermek kolay,

Kendine istediğini vermek bir olay!

Düşün neyi, niçin öğrenmek istersin,

Ne, nasıl olsun da benliğin yücelsin.

Kendimizi gerçekleştirmek demek,

Değildir, verebileceğimizi vermek,

Toplumda olabileceğimizi olmak,

İsmin kalsın diye cismini yormak.

Ölümsüzlük için eser mi verdin?

Sen eser vere vere mi eserleştin?

Bak kendine sen bir eser misin?

Yoksa sen zaten mi eser mişsin?

Senin bir hayatın var da mı varsın?

Hayatta sen de var diye mi varsın?

Kendinin de gerçek olduğuna ermek,

Seninle evreni, çevreni idrak etmek.

İnsan da bitki gibi doğanın bir ürünü,

Nasıl olur da bilir gerçeğin tümünü?

Doğdu, büyüdü hep bir maymun gibi,

İdrak ederse gerçeği, yaşar insan gibi.

Hayatı varlığınla bütünleyen sensin,

Tamamladığını tam anlayan sensin,

İnsan olmanla hayat amacına erer,

Evren çıkar doruğa, insansan eğer.

Senin için ön ile arka, beyaz ile kara,

Ara, bul, bil kendini, vermeden ara!

Hep söylenir, tek fark bilip bilmemekte,

Öyle ise, durma öğrenip yücelmekte.

Hayat amaca ulaşmış, insan olmuşsan,

Mahlukat şereflenmiş, kavuşmuşsan!

İnsanca yaparsın artık her yaptığını,

Huzurundasın, bilirsin kime taptığını.

21 Mart 2012 Çarşamba

BİR GÖRÜŞ

Bilinen evren de bir, dünya da bir,

Aynı zeminde olduğumuz, bellidir.

Geçmişten geleceğe zaman da bir,

Koşul değişmiş, ilmimiz gelişmiştir.


Biliriz evrenin gaz halini, toz halini,

Letafetten kesafete geçen ahvalini,

Volkanlar patlamış, lav püskürmüş,

Canlılarla yaşam, güzel öyküymüş.


Medeniyetlere bir kanıttır kalıntılar,

Her medeniyetten görünür alıntılar,

Alıntılarla yapılır tüm bu çalkantılar,

Ilim, bilgi, deneyimdendir yıkıntılar.


Yerden göğe, dik bir direk diksek,

Durabilsin diye her açıdan gersek,

Hiçbir gerilim ile yıkılmaz bu direk,

Gerisi bir denge meselesidir bilsek.


A’dan Z’ye deriz, tamamlarız bütünü,

Zıtlıklar içindedir tümün, açın üstünü,

Dengeli zıtlıklar ayakta tutar bütünü,

Hakkı idrak edenin, dikerler büstünü.


Yeri, zamanı, kararı vardır görüşün,

Her görüş farklı açıdandır iyi düşün.

Hem herkes haklıdır kendi açısından,

O’nun kuludur hep halkın bakışından.


O’nun yerine ben de olsaydım orada,

Aynısını yapardım, fark olmazdı arada,

Kavramlar, fikirler gerçekleşir ortada,

Her bilgi ilmin parçası, Bir’dir manâda.


Bir düzen içinde yüzüyorsa galaksiler,

Bilene, aşikârdır tüm etkiler ile tepkiler.

Elimde mi, içten geleni geri çevirmek?

Ahdimdir hem fıtratımı gerçekleştirmek.


İsimleri farklıdır her şeyin, celâlinden,

Sıfatlar birleşir kişiliğinde, cemâlinden.

Yerinde zamanında oyunda oyuncudur,

Kesret, vahdet, bir görüşün sonucudur.


Bir olmasaydı eğer iki olamazdı evrende,

Çokluk, Bir’in varlığına kanıttır çevrende.

Herşey zamanla, zamanda, zaman O'nda,

İlim yokken de vardı O, püf noktası burda.


18 Mart 2012 Pazar

İNSANLAR



Adem, hayatta ilk peygamberdi,
Allah ona kendi ruhundan verdi,
Tüm insan nesli Adem’den geldi,
İnsan aklı hep bir yere kadar erdi.

Hazreti Musa, Süleyman, İsa,
Biri diğerinin doğal açılımıysa,
Çağrıları, aynı mesajı bütünledi,
Mesajı yaşayan Hz. Muhammed’di.

Nebilerin mirasçısıdır bugün Veli,
Hitabı akılcıdır, öpülmeli O’nun eli,
El öpmek, değer vermektir dediklerine,
Dedikleri uydukca Kur’an ayetlerine.

Bedeni idi tufanda, Nuh’un gemisi,
Kötü sıfatlarıydı öğrettiği kabilesi,
İlim denizinde yüzdü kurtuldu hepsi,
Şehveti iffete çevirmeye yetti bilgisi.

Hz. Musa sevdi, istedi ama göremedi,
Adaleti için Hz. Süleyman’a taht verildi,
İlkti, dillere destandı Süleyman Mabedi,
Dünyada yalnız O’nun anılması içindi.

Hz. İsa tanıttı Kutsal Ruhu herkese,
Zahirden ötede, giz’li bâtın bilinmezse,
Halk varken zahirde Hakk görünmezse,
Aşk neylesin, yaşanıp idrak edilmezse.

Hz. Muhammed oldu seven ve sevilen,
Kur’an ayetleriyle gönlüne hayat verilen,
Mir’aca çıkıp da, ümmetine müjde veren,
Olgun insan, bu aşkı kalben idrak eden.

Tamamlandıysa eğer aranan döngü,
Kim diyebilir ki bugün başka, o dündü,
Bilinmelidir bize bizden de yakın kimdi,
Bilemeyen cahil, hem de yaşarken öldü.

İşi, eşi, aşı, herşeyi olan o bencil ‘ben’,
Sahiptir herşeye kara bir gölgeyken,
Beni ben yapan nedir ki gelen ezelden,
Ben derken yok olup gidecek tez elden.

İnsan değil, ancak, insanlıktır esas olan,
Tektir, Birdir, Tanrı’dır ancak var olan,
Sevgidir Sevgi Mabedinde kalbe dolan,
Aşkı yaşar ancak idrakine vasıl olan.

16 Mart 2012 Cuma

YAŞAM GÜZELDİR

Hayat denmiş hay, diri olduğu için,
Doğumun kıymetini ölümden bilin,
İkisi de gerçek iken, biri üzer niçin?

Topraktan, canlıdır, hem hayatla diri,
Gittikçe olacak, hem tatlı hem de iri,
Beğenilsin diye, pembedir renkleri.

Güneşin olup olmaması ile, günler.
Olursa gündüz, yoksa olur geceler,
Görmeyen, kör; gün, güneşi neyler.

Duygular, tat, tut, işit, kokla, söyle,
Gözlerimiz var, görmeyi bilmeye,
Amaç apaçık, bilmeye gider böyle.

İbretle bakın, farklıdır uzakla yakın,
Ötede bakılır, bilinir, görünmez çok,
Beride, görünen bilinse, bakan yok.

Ötede, sonsuzluk, hepsi bir, vahdet,
Arada, yaşayanlara varsa muhabbet,
Beride, ancak olabilir nefsde adalet.

Ermişler dermiş, hayat lâ’dan illâ’ya,
Sanki hayat bir nehir, hep geçeriz ya,
İsteyip gelsek de o karşıdan buraya.

Her ne alırsan al sev de, sevgiyle al,
Biliriz ki hepsi bir eder, Tekdir, Birdir,
Muhabbetle kıymet bil, aldığınla kal.

Kal kalabildiğin kadar, canlıysa ölür,
Elinde tuttuğun balonu da söndürür,
Şey’lerden geçirip kendine döndürür.

Herşey aslına dönermiş, aksi olmaz,
Döndürene bak sen, karşı konmaz,
Uyum gösterirsen, tadına doyulmaz.

Doymadan tadına, bir bak kendine,
Tat yiyende midir, yenilende midir?
Tad alan da, tatlı olan da, bil kimdir?

(lâ’dan illâ’ya : yoktan vara)

SEVENDİR SEVİLEN

Sevgi vardır seven sevilen vardır,
Aşık maşuk varsa, aşk da vardır,
Bir varmış, gayri, bir yokmuş ise,
Benlikten kalan bakiye duhandır.

Aşk ve sevgi de O Bir’in, Bir için,
Ama bu hep bir zandır birileri için,
Ya sen kendini de var sanıyorsun,
Ya da ötekini, başka görüyorsun.

Alem Adem, Adem Kur’an ikizmiş,
Kendini bilen kişi, Rabbi’ni bilirmiş,
Kendini nasıl çok görür ki bir insan,
Alemi de çok görürsün, sen varsan.

Gülü koklarken, güzeli yoklarken,
Kapat gözlerini zevk halindeyken,
Yok gibi varken, var gibi yokken,
Kendinden geçer insan, O varken.

Duyan, gören, bilen, vardır, gerçek,
Gerçek karşısında varlıktan çarket,
Deme bunu severim, ondan nefret,
Sevendir sevilen, bildiğine şükret.

Eserden, Müessire !

Kelimenin tam tarifi odur, yapıyorsan,
Kendini kullanmadan anlatabiliyorsan.
Marifet denen şey odur ki kabul göre,
Aşık ol aşkı anlat, gezerek, yöre yöre.

Zorları bize kalmış, kolaylar denmiş,
Pek bilemem kim demiş kime demiş.
Mesleğimizin aslında esası, bu imiş,
Birinin delisi ötekine “gelin” gidermiş.

Evrenin demeye gerek yok, bir tane,
Ulu demek de gereksiz, tek, yegâne,
Mimarı, olmaya davet, ne de şahane,
Hamtaş, yontu, ustalık, güzel bahane!

Senden sanadır yolculuk, içine özüne,
Kendin olacaksın, kendi mimarın bile,
Bakılmaz kimsenin ‘mimarım’ sözüne,
Girmelisin, eserinle, çevrenin gözüne.

Kimse kendince diyemez, ben oldum,
Kadrin bilinmezse, denemez buldum.
Eserin ortaya çıkmadan, ben O’yum,
Denmez; ben de olanlardan duydum.

İşte evrene çevrene böylece bağlısın,
Eserini yont, yarat, fazlalıklar dağılsın,
Eser olunca, öteki demeli sana mimar,
İşimiz böylece sürer, yarat ve et imar.

Mahalleden kasıt bir mahalden öteye,
Bir nazar yeter, beşeriyyeden beriye!
Bu hayatta traş bile olamaz kendince,
Mimar olur hamtaşını yontan güzelce.
14 Ocak 2010

14 Mart 2012 Çarşamba

YUSUF’un (bireysel hayatın-herkesin) HİKAYESİ

(Aşağıdaki metin, Te'vilat-ı Kâşaniyye'ye göre 12 Yusuf suresinin ilk 50 ayetinin tevilidir-bana düşündürdüğüdür, umarım siz daha fazlasını düşünürsünüz)

Kur’anın söz ve düzeni mucizevidir ve zahiri, dış görünüşe uygun genel manası, yani,
herkesin anlayabileceği manası olaylara uygundur; batınî, içsel, özel manası
ise Allah’a giden yolda yolcu olan kişi için kıssalarla doludur, sanki Kur’an
sadece bu yolda yürüyenler içindir, yolculuğun şekline ve yolcunun durum ve
koşullarına işaret edici ve çok uygundur. “Sen her ne kadar vahiyden önce
bunları bilmiyor idiysen de Kur’anı vahyederek kıssaların en güzelini kıssa
eyleriz !”.

Yusuf'un, babasına; «Ey babacığım ben, onbir büyük yıldızın ve gü­neş ve ayın bana
secde eylediğini gördüm» dediğini tezekkür et. Bu rüya, Hûd suresinde,
tâ'bire muhtaç olduğunu zikr ve beyan ettiği­miz rüyalardandır. Gaybdan haber
veren hayalgücü ile Yusuf’a secde edenler, nefsani dünyada, anne babası ve 11
kardeşidir.

Yâkub aleyhisselâm «Ey oğulcağızım, rüyanı kardeşlerine söyleme belki sa­na bir
hile ederler, zira, şeytan insana muhakkak aşikâr bir düş­mandır» dedi.
Yâkub'un bu sözü, manası derin olan ilhamlardandır. Yâkub Aleyhisselâm bu
rüyayı Yusuf'un kar­deşleri işitirse, Yûsuf'a hased edeceklerinden,
kıskanacaklarından korkmuşdur. Yusuf’un rüyası, kendisinin keşiflerde
bulunacağını, sevilenlerden olacağını bildirmiştir.

Yusuf ile kardeşlerinin hikayelerinden ibret almak isteyenler için önemli dersler
vardır : seçilmişlik, seçilenin iradesinde değildir, onun çalışması veya isteği
ile değildir; Allah’ın iradesi ile olur. Bilenler, yaradılışların, istidatların
ezelde, işin en başında mertebe mertebe olduğunu bilirler. Hayır ve şer
Allah’tandır ve onun iradesine karşı koyacak da yoktur. Bunu bilenlerin de
teslimiyetleri, tevekkülleri kuvvetlidir.

Teslim olanlar, Allah'ın fiil ve sıfat tecellilerini müşahede ederler, ayrıca,
şeytanın şerrinden nebilerin bile muaf olmadığını bilirler. Hepsinden önemlisi,
Yusuf’un hikayesi, teslim olanların, O’na giden yolun başında ve sonunda ve bu
ikisinin arasındaki her hal ve durumda insanın başına gelebilecek her şeyden
haber vererek şevk ve iradelerini artırır, basiretlerini nurlandırır,
azimlerini güçlendirir.

Yusuf, babası akıl Yakub’unun sevdiği oğludur, kalptir. Kardeşleri, nefsin oğulları,
beş dış duyumuz (görme, işitme, tat, koku, dokunma) ve beş iç duyumuz
(hislerimiz, hayal etme gücümüz, korkularımız, hafızamız-hatırlama gücümüz,
yetki kullanma gücümüz-irademiz) ile öfke ve anlayışlı kalptir. Zikretme gücü
istisnadır, kalp Yusuf’una haset etmez, kıskanmaz ve vesvese vermez.

Kıskanç kardeşler gibi, onbir adet olan iç ve dış gücümüz kalbe vesvese verir,
kasdeder, hakim olurlar. Bu güçler doğal olarak lezzet ve şehvete düşkündür,
aklın, fikretme gücüyle kalbi, ilim, irfan ve güzel ahlak ile eğitmesine engel
olmak ister. Kalbin, bedensel zevklere ve hayvani lezzetlere önem ve öncelik
vermesini, onları elde etmeye çaba göstermesini ister. Halbuki, fikir, kalbin
ilim ve fazilet tahsili ile mutlu olmasını ister.

Sağlam kafa sağlam vücutta bulunduğu için, önce vücudun sağlık ve sıhhati düşünülerek
bedenî ve hayvanî zevk ve lezzetlere yönelen gençlerin, akılları başlarına
gelince, reşit olunca kalbinde ahlaki değerlere yer verir. Yalnız fiziki ve
maddi ihtiyaçların karşılanmasına dönük emredici nefsin yetersiz görülmesi, bu
durumun pek de iyi olmadığının düşünülmesi ile akıl yeni bir zevce edinmiş
olur. Nefs artık tatminkar ve kanaatkar olmaya başlar. Aklını kullanma ve daha
ahlaklı olmaya çalışma gayretleri kalpte yeni hazlar yaratır, insanı kalpsiz
olmaktan kurtarır, kalpli olmak önem kazanır. Böylece, akıl, kalbin ilim ve
irfan yolunda ilerlemesi için, nefsi ihmal pahasına, kalbe yönelir, meyleder.
Zamanla aklın bedenden kalbe yönelmesi bir anlamda kaçınılmaz olur. Herşeyin
daha fazlası yerine daha güzeli, iyisi ve ahlaka uygunu gibi düşünceler ön
plana çıkar. Zevklerin elde edilmesinde beden ile kalbin yolları birbirinden
ayrılır ve uzaklaşır ve akıl kalbin yolunu tercih eder.

Beden ve kalp ikilisinin oluşumu ve yollarının ayrımı süreci zorludur ve zaman
alıcıdır. Hayatta kalma, canlılığı sürdürme gayretleri kalp ve duygusallığın
ortaya çıkışı ile hemen duramaz veya ortadan kalkamaz. Bir tercih durumu ortaya
çıkınca, aklın kalbe eğilimi ile, akılsızca ihmale uğraması halinde, yaşamı
sürdürme gayretleri aksarsa bedensel güçler zayıflar. Bedensel zafiyet aklın
dikkatini tekrar kazanır hatta kalbe girmeyi başarır. Kalbe giren beden
muhabbeti artar, üstelik, vesvese ve kuruntu ile dolarak onun “bedenin doğası”
kuyusunun dibine çökmesine neden olur. Var olan herşeyin kalpte, gönülde yer
edebilmesi, yer alabilmesi için, kalp en dibe inmiş olur. Bilgisizlik ve
sevgisizliğin dibi, cehalet ve nefretin doruğundan, cehalet çukurundan, en
doruğa, arif olmaya yolculuk artık başlayabilir.(*****)

Kuyuya inerken Yusuf’a, Cebrail’in gelip İbrahim Aleyhisselam’ın gömleğini giydirdiği
rivayet olunur. Bu gömlek insanın yaradılıştan gelen akıl, fikir, düşünme,
anlayış ve idrak yeteneğidir.

Kalbin kuyuya inişi, ihtiyaçların karşılanması amacıyla aklın kandırılması sonucudur.
Akıl, kalpten uzaklaşınca mahzun olur.

Kardeşleri Yusuf’u kuyuya attılar. Hayatı kazanmak, geçimini sağlamak,
maaş-ücret için çalışmak önce bireysel bir faaliyet gibi görünse de aslında
toplum içinde yapıldığı açıktır. Kalbin karın doyurmak, örtünmek ve barınmak
gibi bedensel amaçlar için dibe indirilmesi, kalpte yalnız bunların yer alması,
çalışma ve gayretlerin bencillikle yapılması, kazancın meşru olup olmadığına
bakılmaması insanın kendisine zarar verir ve böyle düşünmenin yanlış olduğu
anlaşılır. Bedensel ve hayvani ihtiyaçların karşılanmasında bir “şuursuzluk”
hissedilir. İç ve dış hislerin, duyuların kendilerine özgü bilinçleri,
bilgileri yoktur. Diğer bir deyimle, göz gördüğünü, kulak işittiğini bilmez.

Kardeşleri, ağlayarak gelip Yakub’a Yusuf’u kurt kaptı dediler.
İnsanın hayvansallık düzeyindeki ihtiyaçlarının karşılanmasında önceleri,
içgüdülerin ötesinde bir şuur ve bilinç söz konusu değildir. Bu aşamada
içgüdüler aklı ikna etmeye çalışır, her ne kadar sen bize inanmıyorsan da bizim
yaptıklarımız doğrudur, biz kalp için ne yaptıysak onun ve bizim iyiliğimiz
için yaptık, ona önem verdiğimiz halde onu-Yusuf’u kurt kaptı deyip
aklı-Yakub’u ikna etmeye çalıştılar.

Yusuf’un kanlı gömleğini kardeşleri Yakub’a verince, Yakup, nefsiniz size oyun ediyor,
kötü şeyi iyi gösteriyor, benim sabretmem gerek dedi.

Hiddet, şiddet, öfke ve kızgınlık halinde, ki bu hallerin ortaya çıkışı anlık olabilir
ve kontrolu zordur, nisbeten, göreceli, daha kısa bir süre içinde olur ve kısa
bir süre sonra geçer, ancak, bu kısa süre zarfında, kalbe özgü duygu, iş ve
işlemler tamamen sona erer, kalbi zor durumda bırakır ve onu çok utandırır, bu
nedenle, kardeşler Yusuf’u kurt kaptı dediler, kurda iftira ettiler.

Şan, şöhret, şehvet, para ve mala düşkünlük ise kalbi parçalayıp öldürmekte daha
şiddetlidir, ahlak düşüklüğüne eğilimde, emirleri dinlememekte ve düzene,
meşruluğa, geçerli şeriata, yasalara, geçerli ahlak kurallarına uymamakta daha
etkilidir, kalbi daha uzun süre etkiler. Bu erdemli güzel ahlak (takva)
gömleğinin tersi bir durumdur, gömlek zaten lekeli, kirlidir, üstelik bunun
üzerindeki öfke-kurt-kan lekesi ise tüm kardeşlerin hep beraber ortaya
koyduğunu gösterir.

Yakub’un gözlerinin beyazlanması, kalp doğa kuyusunda iken akıl nurunun
(kalbe vurup parıldamasının) yokluğundan ve basiretin bitkinliğinden, aklın
ince fikir, feraset üretememesindendir.

Su ihtiyacı olan kervan-kafile gelip kuyuya kova saldı ve Yusuf kuyudan çıktı. Kervancı
Yusuf’un kıymetini bildi ve sermaye olsun diye sakladı. Yetişen kardeşleri ise
onun kıymetini bilemeyip ucuza sattılar, onun için kanaat edenlerden olmuşlardı
artık. Kalbi yukarıya çıkaran şey aklın fikir yürütme-üretme yeteneğidir.

Kervan Yusuf’u Mısır’a götürdü ve bir Aziz’e köle olarak sattı. Aziz karısına Yusuf
için, “ikramda bulun iyi bak, bize yararı dokunabilir, hatta, evlat
edinebiliriz” dedi.

Böylece, Yusuf-kalbe yeryüzünde yaşam, kudret verildi. Yusuf’un Mısrın
Azizine satılması : fikir, ruha yakınlığı nedeniyle, ruhun nuru ile nurlanması
zamanında, ruhtan akan-sızan bilginin manasıyla kalbi, kutsal ülkenin kutsal
şehrinin azizi olan ruha teslim eder. Çünkü, fikir esasta uygulamaya dönüktür,
maddî veya bedensel dünyada akla gelen bir bilginin uygulanması ile ilgilenir.
Bu açıdan kalp bedensel alanda olmadan onunla temas kuramaz. Kalp maddi
aleme, kuyuya düştüğü için fikir onunla temas kurabildi ve kalbin nefse dönük
“sadr” kapısından girip, ruha dönük “fuad” kapısından çıkarak kalbi ruha teslim
etti. Böylece, akıl, fikirden tezekkür, tefekkür etmeye yüceldi. Fikir etme
hali maddi alemde olduğu için, ruh aleminden uzak olduğu, henüz tefekküre
geçemediği için hüzün hakimdir.

Yusuf’u teslim alan Zeliha, ruhun nurundan henüz iyiyi kötüden ayırıp pişmanlık
duymayacak şeyler yapacak kadar nurlanamayan nefsdir. Nefs önce kötü bir
şey yaptığını idrak edip pişmanlık duyar. İleri aşamada ise iyiyi ayırt edip
onu yapar ve rahat bir vicdan oluşturur. Rahat bir vicdana sahip olmadan önce
kalp kederlenir ki bedeni güç ve zevklere karşı koyabilsin, bu nedenle kalbe
önce keder verilmiştir. Kalp böylece, kederine engel olmak için, istidadında,
yaradılışında bulunan olgunluğa erişebilmek için, beden aletlerini olgunluk
tahsilinde kullanır, akıllı hesaplar yaparak işlerini yürütür, beden arzında,
yeryüzünde maddeye hükmeder, bedenine (eline, beline, diline) hakim olur.

Bu dünyada ve fesadın hüküm sürdüğü ortamda neler olabileceğini göstermek için
Yusuf kuyudan kurtarılmış ve kudret verilmiştir. Yusuf’un istidadının
gerektirdiği makama erişebilmesi, olgunluğunun son haddine ulaşabilmesi için
Yusuf’a ilim ve hikmet verme amacıyla gereken yapılmış zafere ulaşılmıştır.

Yusuf reşid olunca kendisine ilim, hüküm ve hikmet verildi. Doğuştan gelen perdelerin
kalkmasıyla, fetih veya fütüvvet makamı denen ilk makamın sonucuna reşid olma,
iyi ile kötüyü ayırt etme hali denir. İnsanlar genellikle verilenleri
kendilerinin çalışarak, terbiyeli davranışlarıyla elde ettiklerini zanneder.
Her şey Allah’ındır ve onlar sadece takdir edilenler için birer vesile ve
sebeptir. Talep, irade, ictihat ve riyazatla ihsan sahibi olanları biz böylece
cezalandırırız!
(cennet ceza evidir!)

Züleyha Yusuf’u aşk yapmaya davet etti, o da, önce meyledip sonra, ilham geldiğinde,
sahibime bu kötülüğü yapamam deyip kaçtı, kadın kovaladı, kapıda gömleği
yırtıldı ve kocasıyla karşılaştılar. Bu olaylar, Nefsin “Pişmanlık duyma” halinin
varlığının, ortaya çıkışının bir işaretidir. İnsanın gelişiminde öyle haller
olur ki, nefsi kalbini kaplar, onu istila eder, kendi sıfat ve lezzetleriyle,
hatta bunları süsleyerek kalbi etkiler, yanlışı doğru gösterir, kendine özgü,
perdeleyen sıfatlariyle kalbin ruha dönük nur yollarını kapatır.

Yusuf’un bir beşer olarak kadına meyletmesi, kalbin nefse meylidir. Yusuf’un rabbinin
delilini görmesi kalbin akıl ve basiret ile durumu idrak etmesidir. Aklın
yardımı ile kalbin, nefsin muhalefetinden kurtulması, nefsin şehvet ve zulmünün
giderilmesi ve kalbin nurlanmasıyladır. Gömleğin arkadan yırtılması nefsin
sıfatıyla kalbe tesiri kalbin nefse dönük kapısı olan sadrından olmasındandır,
gömlek nefis tarafından yırtılmıştır, burası kalbin arkasıdır.

Kalp aklın delilini tezekkür edip ruha yönelip yücelerek ruhun nuru zuhur edince,
kutsal nur kalbe girince, kalbin nefs istilası altında olması nedeniyle, nefsde
de ruh nuru zuhur etmiş, nefs de ruhun nurundan etkilenmiş olur, nurdan
etkilenen nefs kalbe tabi olur, ruhun nuru kalbi kendi tarafına çektiği,
cezbettiği için, kalp sayesinde nefs de kalp ile birlikte ruha tabi olur.

Zeliha “zorla zinanın cezası zindandır” dedi. Yusuf da “o bana zina emretti” dedi.
Beşikteki süt emen çocuk “Yusuf’un gömleği arkadan yırtılmışsa beraat
etmelidir” dedi.

Yusuf ve Züleyha’nın biribirlerini suçlamaları iyiye işarettir. İffetleri sağlam ve
pişmanlık var demektir. Pratikte, uygulamada bir aksaklık var, ama, manada,
doğru düşünebilmekte veya ahlakta sakatlık yok demektir. Ruh nurunun kalp
üzerine bir daha böyle duruma düşmemek üzere doğması, nefsin kalbe üstün
gelmesi değil nefsin kalbe tabi olmasıdır. Nefs kalbin nuru ile nurlanmış ve
onun makamına ulaşmak için ona aşık olmuştur. Bu nedenle nefsin, doğanın ve
bedenin tüm güçleri etkilenmiş ve üzülmüştür.

Olayı duyan Mısır’lı kadınların Zeliha yanlış yaptı diye dedikodu yapmaları onların
etkilenmiş olmalarını sözde üzülmüş olmalarını gösterir. Bunun üzerine, Züleyha
bir davet verir ve meyvelerini soyarlarken Yusuf içeri girer, bütün kadınlar
ellerini keser “bu güzellik asla çamurdan yapılmış beşeri değil ilahidir”
derler. Zeliha da “işte Ken’an’lı kul budur, dediğimi yapmazsa zındana
atılacak” der.

Kalp akıl, fikir ve idrakle birlikte fıtri hisleriyle ne zaman nefse hakim olursa
nefs de bedeni kendine tabi kılar ve tüm bedensel güçler kalbin nuruyla
nurlanır. İdrake ulaşan bu güçler kendi güçlerinden kesilir, yani,
örneğin, göz artık daha önce gördüklerini değil herşeyde hakkı görür, kulağı...hakkı
işitir... hâşelillâhi !

ZİNDAN (HALVET)

Yeryüzünde dünyaya güneşin doğuşu gibi, nefs ve bedende de kalp nuru doğar, nefsin
istidadında, yaradılışında bu vardır, nefs isteyerek, kendi iradesiyle kalp
nuru ile celallenir, kendi halinde kendi sıfatlarıyla yaşarken kalbin nuru onu
allak bullak eder, çalkalar, hayatını altüst eder, aydınlanır, her yaptığını
bilinçli yapar, cehalet içinde yaptıklarını artık yapmaz, bilerek, kalbe tabi
olarak yeni bir yaşam kurar.

Nefis kalbin iradesine boyun eğerse, ruhun nurundan ilim alıp gelen akıl yolunu
izleyerek doğru yola girme azminde olan kalp ile kavgası azalmış veya yok olmuş
ise, kalbe itaat etmeye alışırsa, nefs terbiye amacıyla az gıda ile
geçinebilir, heveslerinden kurtulur, yararlı fikir ve işlerle uğraşır, böylece,
riyazatın vakti gelmiş olur. Çünkü, kalbin nefs ile mücadelesi bitmiş olur, en
büyük savaş olan nefis savaşını kazanmış olan kalp garazdan kurtulmuş olur.

Kalp iki yüzlü, iki kapılıdır, bazan nefs bazan da ruh tarafına çekilir, bu nedenle
azmi tereddütte kalır, hak yoluna girmek mümkün olmaz, halvet için şart olan
toplumun yokluğundan halvet de sağlıklı olamaz. Bu riyazat nafile ibadetlerle
olan nefsin riyazatı da değildir, çünkü, nefis riyazatı halvete muhtaç
değildir. Nefsin riyazatı, kalbe muhalefet etmeyi, karşı gelmeyi terk etmeyi,
iyi işler yapmayı, nafile ibadet etmeyi, nefsin kırılmasını ve kahrını
gerektirir.

Kalbin riyazatı, yararlı fikir ve işlerle meşgul olması, ancak, görmesi, şahit olması,
müşahade etmesi, fena yolunu izleyip beka talep etmesi amacıyla ilim tahsil
ederek olgunlaşması ve keşiflerde bulunarak gezinmesi ile olur. Bu ise nefsin
kalbi istila etmesinden ve ismetten (günahsızlık, mâsumluk, suçsuzluk) sonra
mümkündür.

Kalbin olgunlaşması nefsin kalbe dolmasından sonradır, çünkü, nefsin masumluğu ve
suçsuzluğu kanıtlanmadan, nefsin yaptıklarına sabredip katlanmadan, onu
yeterince tatmin etmeden, onun emrini yerine getirmeden kalp, bedeni lezzetleri
tadamaz, hissi idraklere eremez, arzu ve istekleri olamaz, rahata eremez,
halvete giremez. Kalbin nefs indinde keramet ve izzeti bulunamaz ve nefs ve
bedenden ayrıldığında bedensel yardımcılarından ve hademelerinden ayrılacağı
için zelil, hor, hakir, alçak olacaktır.

Sahrada ibadet zamanında Resullullah’a sevdirildiği gibi, Yusuf’a da halvet (gizlice,
yalnız, tek başına tenhaya çekilme) sevdirildiğinde Rabbine “zindan bana
kadınların davet ettiği şeyden daha muhabbetlidir”, “sen onların hilesini
benden men etmezsen ben onlara meyleder ve cahillerden olurum” diyerek dua
etti. Çünkü, kalbi nefse doğru çekmek nefsin fıtratında, doğasında olan ve
ebedi olarak yok edilemeyecek bir özelliği ve yeteneğidir. Halbuki, kalp
nuruyla nefsin aydınlanması ve kalbe itaat etmesi geçicidir.

Kalp ise nefse işlerinde daima yardımcı olur. Çünkü, kalp iki taraflı ve iki
yüzlüdür, biri ruha diğeri nefse çeker. Yücelik tarafının galip gelmesi ve
büyük melek nuruyla yardım etmesi nedeniyle Allah kalbi korumasa, kalbe,
cehaletiyle, nefse meyletmekten daha yakın bir şey yoktur. İlimden elde
edilen bilgiler olmasa insan cahil kalır ve içgüdüleriyle hareket etmekten
başka çaresi yoktur. Kalbin korunması için halvete girmesine, duası kabul
edilerek, izin verildi.

Nebi de “benim kalbimi dinin üzre sabit kıl” diye dua edince “sen nebisin böyle
duaya ihtiyaç mı duyuyorsun” diyenlere “benim de kalbim sahradaki bir tüy
gibidir, rüzgarlar onu istediği gibi çevirir” demiştir, kalbin fıtratı
böyledir.

Yusuf’un duası kabul oldu ve kalbi bedenden ruha, maddeden manaya, cehaletten ilme,
beşeriyetten kutsallığa döndürüldü. Sır makamında kalbin yalvarışı duyulur,
ihtiyacı bilinir, karşılanır.

Yusuf’un bir süre için zindana atılmasında yani halvete girmesinde ittifak oldu. Ruh,
akıl, fikir, vehim, nefs, beden ve tüm (beş dış duyu: görme, işitme...;beş
iç duyu: hissetme, hayal etme, hafıza-hatırlama, korkma, yetki
kullanma-düşünme-değerlendirme-seçim yapma) duyular kalbin halvete girmesini
uygun buldu. Halvet için önce nefs savaşı kazanılarak nefsin kalbe ram olması,
tüm bedensel güçlerle birlikte kalbin emrine girmesi gerek. Sonra, bu toplumun
beraberce kalbe uyup halvete girme duasına katılması gerek. Son olarak, toplu
duanın Allah tarafından kabul edilip halvete izin vermesi gerek.

Yusuf ile birlikte iki delikanlı daha zindana girdi. Birisi
rüyasında şaraplık üzüm suyu sıkan, diğeri rüyasında başının üstünde ekmek
taşıyan ve kuşların ekmekten yediğini gören iki kişi.

Şarapcı ve ekmekci, Yusuf’a rüyalarını tevil etmesini söyledi. Yusuf onlara “bana
öğretilmiş olan ilimle gözümdeki perdeler kalktı basiretli görüşle, iman
edilmeden yapılan işler için olan ahiret neşesine inanmam” dedi.

Şarapcı kalbe aşk şarabını sunan, onu mest eden, kalbi nefsten ayıran, kalbi kalp yapan
yetenek olan ruh muhabbetidir ki, Melik’e, hükümdara aşk şarabı
sunar, içirir. Ekmekçi ise ruhani hayat gibi kalpten hiç
ayrılmayan nefs hevesidir ki nefsin bekasını, yaşamının
sürekliliğini sağlayan, nefsi nefs yapan ve ruhtan nefse akan nefsin hayatıdır
ve bu heves ve istek beden şehrinde rızıkları dağıtan hükümdarın ekmekçisidir. Her
iki gücün, yeteneğin, hayatın kaynağı da ruhtur ilimdir. İlim
ve ondan damlalar olan bilgiler, yeni yeni istekler olmasa nefs heves etmez,
edemez, beden yaşamını sürdüremez, kalp de ruhani bilgilerle mest olamaz.
Halvette her iki güç de kalp için şarttır, yalnız halvette şarttır, bunlar
olmadan da halvet olamaz.

Şarapcının rüyası, gerçeği görememe demek olan gaflet uykusunda iken “kalp bilgileri”
salkımından aşk şarabını sıkıp muhabbet gücünü doğru yöne çevirmektir. Kalp
ruhtan yani ilimden bir çok ve tane tane bilgiler elde eder, bu bilgilerin
kümeler halinde veya gruplar halinde oluşu “bilgi salkımı” gibidir. Bu
salkımdan üzüm daneleri gibi uygun bilgilerin özümlenerek yani tanelerin
sıkılıp suyu çıkarılarak sohbet-muhabbet elde edilmesi, bununla da kalbi mest
etmek ve kalbi ruha, ilme doğru döndürüp halvetde daha fazlasına kavuşmak
şarapcının (kalbin ruh-ilim sohbeti yapma yeteneğinin) rüyasıdır. (Size,
şimdilik, üzüm; idrakten sonra, şarap !)

Ekmekçinin rüyası, heves-arzu-isteğin tamamen nefsin güçlerinin lezzet, şehvet, rahat ve
huzurunun sağlanmasına ilişkin gayretlere dönük olması, hep dünyevi işlerle uğraşılmasıdır.
Hevesin huzurun sağlanmasına eğilimi çabuk, acele ve gelip geçici olduğu için
kuşlara benzetilmiştir, hevesler aniden gelir ve kısa bir sürede yok olur,
heves etmek de budur zaten.

Kalbin her iki kuvveti de amaçlarına ulaşmaktan men etmesi, alıkoyması, çalışmalarını
yasaklaması değil sadece yaptıklarından haz duymalarını yasaklaması, asgari
düzeyde yapmaları gerekenleri yapıp, kıyama durup, siyaset gütmelerinin, işleri
yoluna koyduktan sonra belirli bir süre sonunda istenen terbiyeye ulaşıldıktan
sonra haz duymaya devam edeceklerine işarettir.

TAPANI DEĞİL SAHİBİ OL !

Kalbin, kendisini nefse ve ruha çeken, bu iki kuvveti, ilahi emirle, kıyam etmeye,
tevhide, birleşip bir olmaya, fuzuli, gereksiz şeyleri terketmeye, iki kuvvete
ayrı ayrı yardım eden, ikisini besleyen himmet kaynağından kaçınmaya teşvik
edildiler. Çünkü, hevesler daima ikilik yaratır ve şehvet ve arzulara ibadet
ettirir; muhabbet ise başlangıçta ve vasıl olmaktan önce zatın cemaline
değildir ve hoş sıfatlara sahip olmaya değil onlara tapmaya, ibadet etmeyedir.
Bu nedenlerle, her ikisini de tevhid ederek terketmek gerekir. Yani, kalp
nefsin sıfatları putlarına tapmayı ve ruh aleminde bekadan mahcub olmayı terk
etmiştir. Baki olan alemde, efal ve sıfata sahip olmak vardır, onlara tapmak,
ibadet etmek yoktur. Hele iyi ve güzel olanlara ibadet etmek -övmek,
hayranlık duymak, methetmek - ve diğerlerini – sözde kötü olanları- reddetmek
yoktur.

Şirk etmek doğru değildir, bu tevhid insanlar için hayırlıdır ama çoğu şükretmez.
Hoş sıfatlarını (O’nun) güzel bulmak, hayran olmak, methetmek hala kendini var
kabul etmek demektir, bu bakiye varlıktır, varsın ki hoş buluyorsun, bu, böyle
muhabbet, artık terk edilmelidir!!! (12.38 : ...lâkinne ekserennâsi lâyeşkurûn)

Yusuf “ey zindan arkadaşları sizin her birinizin mesela muhabbetin, sıfat ve isimler
gibi hevanın, nefsani güçlerin, ayrı ayrı ve birbirinden farklı emirler veren
rableri olması mı daha iyidir? Yoksa, bir emirle herkesi ve herşeyi – gayriyi -
kahreden bir Rabbin olması mı daha iyidir? Diyerek muhabbet ile hevanın
yönlerinin birleştirilmesini zorunlu hale getirdi. Muhabbet zata dönmüş,
yönelmiş olur ve hakkın emriyle nefs, şeytanın dediğiyle değil (lezzeti elde
ederek, ikilikle değil) hukuk ve zaruretin dediğiyle hareket eder. (12.39)

Birinin rabbine şarap sunmasıyla şirk ortadan kalkar zat muhabbeti ruha üstün gelir,
diğerinin asılıp başını kuşların didiklemesi ise onun nefsiyle hareket
etmesinin yasaklanmasıdır. Hiçbir kuvvet üzerinde tasarrufu olamayacak şekilde
doğal davranış hevanın, heveslerin ölümüdür ve bu durum hukuk ile kalmaktır.

Kalbin iki tarafının yönü tevhid oldu, kalp iki kuvvetini de, her iki kuvvet
üzerindeki tasarrufunu da kaybetti, Allah’a yaklaşarak Allah’ta fena oldu ve
velayet (Velilik, dervişlik) makamına erdi. Şimdi bu iki kuvvet kendilerine
aşikar olan bu ortamda yerleşebilirse “zatın şuhudu” makamına erer ve Yusuf’un
işi tamam olur, halveti bitmiş olur. Çünkü, zindanda kalma süresi Allah’ta
seyir zamanıdır. Kalbin fenası tamamlanınca iki kuvvetin emri eşitlenmiş olur.
Çünkü, kalp artık muhabbet veya nefs ile değil Allah ile olur. Hakkın
vücuduyla beka başlayınca halvet biter. (12.41)

Ancak, geriye kalanın mevcudiyeti –bakiyenin vücudu - nedeniyle yolculuk henüz
tamamlanmamıştır. Yusuf kurtulacağını bildiği kişiye “sahibinin yanında beni
hatırlat”, yani, “muhabbetle tekrarlayarak ruh makamında benim için vücud
iste” dedi. Zira muhabbet, aşk şarabıyla ruhu sarhoş ettiği zaman, Ruh vahdet
makamına, kalb de ruh ma­kamına terakki eder. Ve o makamda ruha Hak, kalbe de
Sır denir.

İlim vahdet ilmi ise ve kalp de bu ilim ile dolmuşsa, ruhun (ilmin) ve kalbin hala
var olduğu bir gerçektir ve bu hal “fena” değil terakkidir. Bu makamda
kalmaktan isyan ve ikilik doğar. Bu nedenle, bakiye mevcud olduğu ve Ruh
makamını taleb eylediği için, vehim şeytanı, kalb Yusuf'u­na Hak'ta fena ile
Allahu Teâlâ'nın zikrini unutturdu. İhticab ve bakiye dolayısıy­la Yusuf, daha
yedi sene zindanda kaldı. Eğer Rab'binin yanında beni hatırlat demeseydi,
zindanda yedi sene daha kalmayacaktı.

Kalbin hakkın ilmi ve nuruyla dolması sonucunda ilahi yüze hayret eder ve hayran
kalır, kalp kendisini oraya getiren muhabbet Resulünü müşahade ederken
zikretmeyi unutur. Çünkü, cemale şahit olan sevgili hayrandır. Bütün halktan,
vücudunun varlığı ve ayrıntısından, belki de nefsini bile unutmuş, gafildir.
Fenası tam ve sarhoşluğu şart oluncaya kadar bütün ile bir olmuştur.

Ayıldığında uyanıklığa geri dönüp ayrıntıyı hatırlar. Hüviyetler denizinde mahv ve
belirsiz, zat-ı ehadiyede belirsizlikle fenası ve zindan-halvet zamanı sona
erince Allahu Teâlâ hazretleri onu, kendi hayatıyla ihya ve zât ve
sıfatından ona vücud bağışlar. Nefsin azgınlığının yok oluşu ve
sıfatlardaki itidale, yumuşaklığa doğru olan değişim zayıf öküzlerin besili
öküzleri yemesi; bedensel sıfatlardaki değişim ise kuru başakların yeşil
başaklara galip gelmesi şeklinde gösterilmiştir. Nefs güçlü iken kanaat
etmezken, açgözlülük besili bir öküz kanaatkârlık ise zayıf öküz idi. Aynı
şekilde, halvetten sonra iffet şehveti yemiş durumdadır. Hiçbirşeyin hayranı
değil, artık, herşeyin sahibi sensin !

(yukarıda, 12 Yusuf Suresinin ilk 50 ayeti, aşağıdaki örneğe uygun olarak açıklanmıştır.)

12 YÛSUF SURESİ
(BÎSMİLLAHİRRAHMANÎRRAHÎM)

(Ayet 1) (Elif, Lam, Râ, tilke âyâtülkitâbilmübini)
Zikr ü beyanı yukarıda geçmişdir. (Nahnü
nekussu aleyke ahsenelkasasi) (Ayet 3) Kur'ân'ın sözleri ve
terkibleri mûciz (icazet, izin veren) ve zahir mânâsı, vakıa mu­tabık
ve bâtını, sırf sülûku beyan için vâki olunmuş kıssalar gibi, sülûkün
suretine ve sâlikin ahvaline delalet edici ve çok mutabık ve pek muvafık
olduğundan; (Ve in künte min kablihî leminelğafilîne) (Ayet 3) sen, her ne kadar vahiyden evvel bu kıssadan gafil olanlardan idiysen de biz, sana bu Kur'ân-ı vahyimizle, kıssaların en
güzelini kıssa eyleriz.

{Kur’anın söz ve düzeni mucizevidir ve zahiri, dış görünüşe uygun genel
manası yani herkesin anlayabileceği manası olaylara uygundur; batınî, içsel,
özel manası ise Allah’a giden yolda yolcu olan kişi için kıssalarla doludur,
sanki Kur’an sadece bu yolda yürüyenler içindir, yolculuğun şekline ve yolcunun
durum ve koşullarına işaret edici ve çok uygundur. Sen her ne kadar vahiyden
önce bunları bilmiyor idiysen de Kur’anı vahyederek kıssaların en güzelini
kıssa eyleriz.]



--------------------------------------------------------
Not :Necdet Altınay, Sakarya, Pamukova, Turgutlu Köyünde
1946 yılında doğdu. ODTÜ İşletme Bölümünde askeri öğrenci olarak okudu,
1968’de mezun oldu, 1975’te aynı bölümden Master derecesini aldı. Gazi Ü. İşletme Fakültesi Doktora programına katıldı. Tayin olduğu Genelkurmay Savunma Araştırma Daire Başkanlığında 22 yıl çalıştı, resmi görevinden emekli yarbay olarak 1989 yılında ayrıldı. Görevli
iken Türkiye’yi, emekli iken Türk Sanayiini NATO’nun çeşitli kademelerinde
temsil etti. Halen tekstil alanında danışmanlık yapmaktadır.

İnsan : çamurdan Halifeliğe !

KUTSAL HADİS :
Ahd-ü misak, (Elestü birabbiküm) TE’VİLİ

Y.N.ÖZTÜRK : BAKARA, 27. Onlar ki, Allah'a verdikleri ahdi, onunla anlaşıp bağlandıktan sonra bozar, Allah'ın birleştirilmesini emrettigi şeyi keser ve yeryüzünde bozgun çıkarırlar.

AYET 27 (ahdallahi...mîsakihî) Ahdü misak : Elestü birabbiküm ! Hadisi şerif : Allah’ın eli, Adem’in arkasına mesh ederek zürriyetini zerreler halinde Adem’in arkasından çıkardı ve onlara “sizin Rab’biniz Ben değilmiyim” dedi. Onlar da “Evet Rab’bımız sensin” dediler.
Allah’ın eli, alemin ruhu olan, ruh-u evvel ve akl-ı akdestir (kutsal akıl). Adem, alemin
kalbi olan, nefs-i natıka-i külliyyedir(insanlık). Adem’in arkasını mesh
etmesi, ruhani ittisal (ruh ile yakınlaşabilmesi - ilmi alabilmesi,
öğrenebilmesi) sebebiyle aklın, nefs-i külliyeye tesiri ve onu nuru ile tenviri-aydınlatmasıdır.
Zürriyetinin ihracı, nefs-i natıka-ı külliyyeden, insanlıktan, bil kuvve mevcut
olan nufusi şahsiyyei cüziyyeyi, insanı, fiile çıkarmasıdır. (Allah’ın
eli : alemin ruhu-kutsal akıl. Adem : alemin kalbi-insanlık. Mesh etme : Aklın ruhdan aldığı nur-anlayış-idrak ile insanlığı aydınlatması. Zürriyetin ihracı : insanları fiile
çıkarması.)(ilmin insanları aydınlatarak insanlarda görünmesi). (Allah’ın eli
olan akıl, Allah’ın ruhundan-ilminden aldığı nuru-idraki alarak bireyleri
nurlandırdı-aydınlığa çıkardı-idraklendirdi, insanı olgunlaştırdı, kemale
erdirdi)

[[(Her insan, insanlığın bir parçasıdır, kendinde kısmen
insanlık vardır, akıl verilmiştir, aklını kullanarak ilmini artırabilir, ilmi
arttıkca, öğrendikçe öğrenme kabiliyeti artar, bedenden ruha yücelebilir,
insanlığını geliştirebilir, tefekkürle, ilim, keşfedercesine aşikar olur.
Tevhid ilmini idrak yeteneği verilmiştir, bu yeteneği kullanması da insanın
yapması gereken bir şeydir. İnsanın insanlıktan yaratılması veya insanda
insanlığın olması, aklın verilmiş ve tevhid ilmine yatkın oluşu Allah’ın
kullarına “ahdi”dir, verdiği sözdür. Böylece, Allah sözünde durmuş olarak
“Rabbiniz ben miyim?” diye sormaktadır. Evet diyenler: O’nu isbat etmeye,
olgun-kamil insan olmaya, söz vermiştir, sözünde durmalıdır !

Ayet 28 : [[(Her insan, insanlığın bir parçasıdır, kendinde kısmen insanlık vardır, akıl verilmiştir,
aklını kullanarak ilmini artırabilir, ilmi arttıkca, öğrendikçe öğrenme
kabiliyeti artar, bedenden ruha yücelebilir, insanlığını geliştirebilir,
tefekkürle, ilim, keşfedercesine aşikar olur. Tevhid ilmini idrak yeteneği
verilmiştir, bu yeteneği kullanması da insanın yapması gereken bir şeydir.
İnsanın insanlıktan yaratılması veya insanda insanlığın olması, aklın verilmiş
ve tevhid ilmine yatkın oluşu Allah’ın kullarına “ahdi”dir, verdiği sözdür.
Böylece, Allah sözünde durmuş olarak “Rabbiniz ben miyim?” diye sormaktadır.
Evet diyenler: O’nu isbat etmeye, olgun-kâmil insan olmaya, söz vermiştir,
sözünde durmalıdır ! ]]




İnsanlıktan İnsana,

[Tercümeler farklı, mealler farklı, tevil ikisinden de
farklı, ama, Te’viller yok Te’vil vardır ve bireyseldir, kişinin idraki !]

[[Vesileyi vesvese etmeyin, vesile olanı vesvasi yapmayın,
vesvese veren haline sokmayın. Sanki ben söylemişim siz dinlemişsiniz, benden
size bir hediye diye bakmayın. Ayet ne zaman, nasıl indi biliyorsunuz. Bu mesaj
size geldi mi, en azından şimdi, geldi, önemli olan bu. Her mesaj herekese
farklı anlamda olabilir, ayrı-farklı bir zevk verebilir, bunları paylaşmak
gerek. Ancak böyle muhabbet olur. Şimdi yaptığımız muhabbetin sohbet kısmı.
Önce alın, mesajı özümleyin, kişiselleştirin, verdiği zevki, huzuru, duyguyu
paylaşalım. Doğrudan temas, vahdet-i vücud, gayrisi yoktur, şeyhler-şıhlar
batıl Hak zahir kavramlarına uygun olan budur. Doğrudan, direkt ayet ve siz,
başkası yok, aracı yok, ben yok. Sen de, sende ara; sen de sende bul ! bir
uzmanlık alanı ama sizin uzman olmayacağınız belli mi? Herkes bir emme basma
tulumbadır, “kaçan” su-ilim konunca tatlı su kendiliğinden çıkar, sizden ilmin
çıkması an meselesi olmalı! Batılı büyükler farklılıklarla büyüktür, Doğulu
büyükler arasında ise hiç fark yoktur. Kant Galile’den ne kadar farklı ise
Mevlana ile Yunus Emre o kadar aynıdır. Batı büyükleri vahdetin kesretinden,
doğu büyükleri ise kesretin vahdetinden bahseder. Celali
isteyene Celal, cemali isteyene Cemal! Böyle yorum olmaz, Allah’a gidilmez, çıkılmaz diyorsanız, inmedik ki çıkalım, gitmedik ki gelelim]]

Özet,

[[[Doğal hareketlerden, iş yapmaya, daha iyisi için aklımızı
kullanmaya, başladık. Adımızı koyduk, bir ismimiz oldu, öğrenme ilerledikçe
usta, öğretmen, baba, olgun gibi sıfatlarımız oldu. Vücudumuzun veya
mevcudiyetimizin, cismimizin ismini ve sıfatını tamamlayan bir kişiliğimizin,
zatımızın olduğunu da idrak ettik. Buna fıtratımız da denilebilir, yedisinde
neyse yetmişinde de odur. Aklımızın yoğun kullanımı sayesinde duygulara erdik,
sevdik ve sevildik. Efal, sıfat ve zatımızın bilincine vardık.

Olgunlaşmamızın doruğunda ilk mesaj geldi. Felâk suresi
ile sabahımız oldu, uykudan uyanmaya başladık. Cahillikten çıkmaya karar
verdik, öğrenmeye geçtik. Bilgi elde ettikçe, öğrenme melekleri yardım etti,
yani öğrenme melekelerimiz, yeteneklerimiz gelişti. Hareketlerimizin
doğallığını, doğadan kaynaklandığını anladık, yani, verilmiş olduğunu idrak
ettik. Böylece, hareket, iş, işlem, eylemlerimizi kapsayan efalimizin O’na ait
olduğunu, gerçek sahibinin O olduğunu anladık. Teslim ettik efalimizi, teslim
olduk.

Nas suresi ile ef’alimizin kontrolünü elinde tutan
sıfatımızın da gerçek sahibinin Melik olduğunu anladık. Melik’in, Mabud veya
mutlak güç sahibi olduğu anlaşıldı. Zatımızın O’nun zatından olduğu ortaya
çıktı, idrak ettik. Doğada bitki gibi bittiğini, hayvan gibi yaşamaktan kurtulduğunu
anlayan, insan olarak idrak edip teslim olan sonucunda Adem olmayı Hak eder.]]]

ADEM’in HALİFE OLARAK İCADI (Tekvin+Yaradılış)
(BAKARA, 29,...,35)

AYET 29 : Ya Muhammed, Rab’binin meleklere, “Ben, yer yüzünde
halife icad edeceğim” dediğini hatırla. (…iz kale rabbüke lilmelaiketi...cailün
fil’ardı halife)

[[[ Her kelimenin her deyimin büyük önemi var. “Rab”
demesi bu işin ilimle ilgili olduğuna, “melekler” demesi kişinin yetenekleriyle
ilgili olduğuna, “yeryüzü” demesi bu işin kişinin bedeniyle ilgili olduğuna,
“icad” kavramı daha önce olmayan yeni ve güzel bir şey ile ilgili olduğuna
işarettir. “İz” bu işin sürekli yapıldığını gösterir. Yaşayanlar değişse de
yaşam ezelden ebede devam eder. ATA’mızın dediği gibi “insan ve insanlığın
gelişimi paraleldir, İlâh’î uygulamaların seyrine bakılırsa görülen odur ki,
insanlığın çocukluk ve gençlik dönemlerinde kullarıyla dolaylı temas kuran
Tanrı, insanlığın olgunluk döneminde, peygamberliği sona erdirerek, doğrudan
teması yeğlemiştir.” Akıllı kişiler akıllarını yeterince kullanıp olgun insan
olduklarında “halife Adem” olmaya hazırdırlar. Böylece, Adem mesajı yaşam
sürdükçe sürekli olarak yerini bulur. ]]]

Ulu Allah sizin var olabilmeniz ve yaşayabilmeniz için
yeryüzünü ve gökyüzünü yarattı. Ciheti süfliyye : aşağıda olan, arz, yeryüzü.
Ciheti ulviye : Yukarıda olan, sema, gökyüzü. Birisi beden ve beden azası olan
alemi cismani-cisim alemi, ikincisi ruh alemidir. Semanın yedi kat olması ruh
aleminin mertebeleridir. 1- madde,cin alemi, 2- Nefs alemi, 3- Kalp, 4- Akıl,
5- Sırr-ı kalp, 6- Ruh, 7- Sırr-ı ruh. (Ali : Ben göğün yollarını yerin
yollarından daha iyi bilirim). (Tasavvuf açısından ruh ilimdir, akıl ruhun
taşıyıcısıdır, akıl nefs-i natıkanın kuvve-i akılesidir – konuşan nefsin akıl
etme gücü).
“Akıl, ruhun nuru ile nurlanan (ilim ile aydınlanan)
kalbin parlak bir mevziidir”. “Kalp de nefs-i natıkadan ibarettir.” (Natık :
idrak eden, düşünen; Hayvan-ı natık : konuşan hayvan-insan. Natıka : düşünüp
söyleme özelliği, yeteneği).

İz : ezelden ebede sürekli

Evrende var olan her şeyin, yaratılmadan önce,
ruh-kalp-nefs alemlerinde sureti vardır. (Nefs : insana en yakın olan sema - …
sonra senin dünya göğün yani sana en yakın göğün olan nefsinde mevcud olduktan
sonra zahir olduğunu görürsün). (Hicr,21 : herşeyin hazinesi, bizim
indimizdedir. Herşeyi, ancak malum miktarda indiririz). Meleklere denmesi : bu
suretlerin oluşmasıdır.

(ca’ıl ) kelimesi, ibda - yoktan, örneksiz, yeni ve güzel bir şey icad etmek- ile
tekvinin-yaradılışın-her ikisini de kapsar. İnsan da emir ile halk aleminden
mürekkep olduğundan ayette (halikun) denilmeyip (ca’ılün) denilmiştir.

Halife, benim ahlakımla ahlaklanıp, sıfatımla sıfatlanıp, emirlerimi yerine getirir, mahlukatımı idare eder, işlerimi yürütür, kural ve düzenimi korur, halkı bana ibadete davet eder.

AYET 30 : Melekler, “yer
yüzünde fesad-ikilik-çıkaracak ve kan dökecek kimseyi halife kılar mısın?” “Bizler ise daima seni tesbih ve takdis etmekteyiz”. (Tesbih : şerik, acz ve noksandan tenzih-noksan olmadığına inanma. Takdis : kutsallaştırma). Mukarrebun (yakın) -bilen ve bildiren - melekler
mukaddis (takdis edici) dirler. Semavi ve arzi melekler müsebbih (tesbih edici)
dirler.

AYET 31 : Yüce Allah, eşyanın bilinmesine sebep olan özellik ve
yeteneklerini, yarar ve zararlarını, Adem’in kalbine ilka eyledi-ilham etti.
Meleklere, esmanın müsemmalarını (isimlerin cisimlerini) arzederek, “eğer siz
sadıksanız bu eşyanın hassalarını bana bildiriniz” dedi. Meleklerin ilmi
insanın ilmine tabidir. Ademmiyyede toplanmış bulunan tüm insaniyye ve melekiyye güçleri, Adem’in gayrında idrak edemedikleri zevkleri Adem’de idrak ettiler.

AYET 32 : Melekler, “Sen, Hakim ve Alim-i mutlaksın, bizim, senin
bildirdiğinden başka bilgimiz yoktur, seni noksandan tenzih ederiz” dediler.
Hak’kı böylece tenzih, Allah’ın ilminin kendi ilimlerinden üstün olduğunu idrak
edip Allah’ın Alim-i mutlak ve ancak layık olan işleri yapan Hakim olduğunu
anlayarak Allah’ı tesbih etmeleridir.

AYET 33 : Allah, “Ey Adem, meleklere esmadan-isimlerden haber ver”
dedi, (“Esmayı onlara öğret” demedi!). Her ismin sonsuz şekilde cismi vardır, örneğin, masa ismi birdir ama masa çeşitleri çoktur. Olması da gerek, olmazsa bilinmez. Gelişme sağlayan ilmi
öğrenme yeteneği insana aittir. Melekler yeteneklerinden başkasını ve fazlasını
kabul edemez. Örneğin, göz yalnız görür, gördüğünü de bilmez ve gördüğü şeyler
arttıkca rütbesi de artmaz. Adem, meleklere eşyanın isimlerinden haber verince,
Yüce Allah “Ben, size, ben göklerin ve yerin gaybini ve sizin
açıkladığınız ve gizlediğiniz şeyleri bilirim, demedim mi?” diye buyurdu. Bu sözün manası : meleklerin bilemediği ilim, tahsis ve tercih edilerek, sırr-ı marifet ve muhabbet olarak, insana
emanet edilmiştir.

AYET 34 : (…melaike...scüdü ..ademe) Bizim, meleklere,
“Adem’e secde ediniz” dediğimizi hatırlayınız. Meleklerin Adem’e secdesi, ona
itaat etmeleri ve boyun eğmeleridir. Ancak, İblis secde etmedi ve böbürlendi.
İblis, vehim-kuruntu etme gücüdür. İblis, dünyevi, bedenseldir; aklî ve semavî
meleklerden-melekelerden-yeteneklerden birisi değildir. Secdeden kaçınması
aklın hükmünü kabul etmemesidir. Kuruntu, vahdet nurundan, aklın aydınlığından
ve zevklerinden yoksundur.

AYET 35 : (… ya adem...ente ve zevcekül cennete) (… illa
iblise…) Ve biz, “Ey Adem, sen ve zevcen-eşin, cennette sakin olun” dedik. Adem
kalp, zevcesi nefisdir. Nefse, (aydınlanmadığı hallerde kara olan) cismani
hayat kelimesinden Havva denilmiştir. Kalp de cisimle ilgili olmayaydı Adem
denilmezdi. Adem ile Havvanın içinde yaşamaları emrolunan cennet, kudsi bir
bahçe olan ruh alemi semasıdır. Yani, “Ey Kalp ve Nefis, Siz, ruh semasını
tercih ediniz ve o cennetten hangi mekandan ve ne suretle dilerseniz bol bol
yiyiniz”. Yani, kalbin rızkı ve ruhun yemişi olan manayı, ilim ve hikmetleri
hangi makam ve mertebeden ne açıdan olursa olsun ne kadar isterseniz
benimseyiniz. Rızıklar ve yemişler helâldir. Zulüm, hak ve hazzın noksan
kılınmasıdır. Zulmet nurun zıttıdır.
Zalim, zulm edendir. Nur alemindeki nasibinizden almadığınız kısım
(öğrenmediğiniz ilim kaybınızdır, her kayıp kendinize ettiğiniz bir zulmdür,
zalim olursunuz) idrak edemediğiniz her şey, yaradılış nurunuzdan noksan
kalandır.

İnsan (taklit) à Akıllı İnsan à Alim (Ahdi
Misakla ilmen yakın) à Adem (aynel
yakin)
(Kendini bil - Kendini bilen,…, Rab’bini bilir)