14 Mart 2012 Çarşamba

İnsan : çamurdan Halifeliğe !

KUTSAL HADİS :
Ahd-ü misak, (Elestü birabbiküm) TE’VİLİ

Y.N.ÖZTÜRK : BAKARA, 27. Onlar ki, Allah'a verdikleri ahdi, onunla anlaşıp bağlandıktan sonra bozar, Allah'ın birleştirilmesini emrettigi şeyi keser ve yeryüzünde bozgun çıkarırlar.

AYET 27 (ahdallahi...mîsakihî) Ahdü misak : Elestü birabbiküm ! Hadisi şerif : Allah’ın eli, Adem’in arkasına mesh ederek zürriyetini zerreler halinde Adem’in arkasından çıkardı ve onlara “sizin Rab’biniz Ben değilmiyim” dedi. Onlar da “Evet Rab’bımız sensin” dediler.
Allah’ın eli, alemin ruhu olan, ruh-u evvel ve akl-ı akdestir (kutsal akıl). Adem, alemin
kalbi olan, nefs-i natıka-i külliyyedir(insanlık). Adem’in arkasını mesh
etmesi, ruhani ittisal (ruh ile yakınlaşabilmesi - ilmi alabilmesi,
öğrenebilmesi) sebebiyle aklın, nefs-i külliyeye tesiri ve onu nuru ile tenviri-aydınlatmasıdır.
Zürriyetinin ihracı, nefs-i natıka-ı külliyyeden, insanlıktan, bil kuvve mevcut
olan nufusi şahsiyyei cüziyyeyi, insanı, fiile çıkarmasıdır. (Allah’ın
eli : alemin ruhu-kutsal akıl. Adem : alemin kalbi-insanlık. Mesh etme : Aklın ruhdan aldığı nur-anlayış-idrak ile insanlığı aydınlatması. Zürriyetin ihracı : insanları fiile
çıkarması.)(ilmin insanları aydınlatarak insanlarda görünmesi). (Allah’ın eli
olan akıl, Allah’ın ruhundan-ilminden aldığı nuru-idraki alarak bireyleri
nurlandırdı-aydınlığa çıkardı-idraklendirdi, insanı olgunlaştırdı, kemale
erdirdi)

[[(Her insan, insanlığın bir parçasıdır, kendinde kısmen
insanlık vardır, akıl verilmiştir, aklını kullanarak ilmini artırabilir, ilmi
arttıkca, öğrendikçe öğrenme kabiliyeti artar, bedenden ruha yücelebilir,
insanlığını geliştirebilir, tefekkürle, ilim, keşfedercesine aşikar olur.
Tevhid ilmini idrak yeteneği verilmiştir, bu yeteneği kullanması da insanın
yapması gereken bir şeydir. İnsanın insanlıktan yaratılması veya insanda
insanlığın olması, aklın verilmiş ve tevhid ilmine yatkın oluşu Allah’ın
kullarına “ahdi”dir, verdiği sözdür. Böylece, Allah sözünde durmuş olarak
“Rabbiniz ben miyim?” diye sormaktadır. Evet diyenler: O’nu isbat etmeye,
olgun-kamil insan olmaya, söz vermiştir, sözünde durmalıdır !

Ayet 28 : [[(Her insan, insanlığın bir parçasıdır, kendinde kısmen insanlık vardır, akıl verilmiştir,
aklını kullanarak ilmini artırabilir, ilmi arttıkca, öğrendikçe öğrenme
kabiliyeti artar, bedenden ruha yücelebilir, insanlığını geliştirebilir,
tefekkürle, ilim, keşfedercesine aşikar olur. Tevhid ilmini idrak yeteneği
verilmiştir, bu yeteneği kullanması da insanın yapması gereken bir şeydir.
İnsanın insanlıktan yaratılması veya insanda insanlığın olması, aklın verilmiş
ve tevhid ilmine yatkın oluşu Allah’ın kullarına “ahdi”dir, verdiği sözdür.
Böylece, Allah sözünde durmuş olarak “Rabbiniz ben miyim?” diye sormaktadır.
Evet diyenler: O’nu isbat etmeye, olgun-kâmil insan olmaya, söz vermiştir,
sözünde durmalıdır ! ]]




İnsanlıktan İnsana,

[Tercümeler farklı, mealler farklı, tevil ikisinden de
farklı, ama, Te’viller yok Te’vil vardır ve bireyseldir, kişinin idraki !]

[[Vesileyi vesvese etmeyin, vesile olanı vesvasi yapmayın,
vesvese veren haline sokmayın. Sanki ben söylemişim siz dinlemişsiniz, benden
size bir hediye diye bakmayın. Ayet ne zaman, nasıl indi biliyorsunuz. Bu mesaj
size geldi mi, en azından şimdi, geldi, önemli olan bu. Her mesaj herekese
farklı anlamda olabilir, ayrı-farklı bir zevk verebilir, bunları paylaşmak
gerek. Ancak böyle muhabbet olur. Şimdi yaptığımız muhabbetin sohbet kısmı.
Önce alın, mesajı özümleyin, kişiselleştirin, verdiği zevki, huzuru, duyguyu
paylaşalım. Doğrudan temas, vahdet-i vücud, gayrisi yoktur, şeyhler-şıhlar
batıl Hak zahir kavramlarına uygun olan budur. Doğrudan, direkt ayet ve siz,
başkası yok, aracı yok, ben yok. Sen de, sende ara; sen de sende bul ! bir
uzmanlık alanı ama sizin uzman olmayacağınız belli mi? Herkes bir emme basma
tulumbadır, “kaçan” su-ilim konunca tatlı su kendiliğinden çıkar, sizden ilmin
çıkması an meselesi olmalı! Batılı büyükler farklılıklarla büyüktür, Doğulu
büyükler arasında ise hiç fark yoktur. Kant Galile’den ne kadar farklı ise
Mevlana ile Yunus Emre o kadar aynıdır. Batı büyükleri vahdetin kesretinden,
doğu büyükleri ise kesretin vahdetinden bahseder. Celali
isteyene Celal, cemali isteyene Cemal! Böyle yorum olmaz, Allah’a gidilmez, çıkılmaz diyorsanız, inmedik ki çıkalım, gitmedik ki gelelim]]

Özet,

[[[Doğal hareketlerden, iş yapmaya, daha iyisi için aklımızı
kullanmaya, başladık. Adımızı koyduk, bir ismimiz oldu, öğrenme ilerledikçe
usta, öğretmen, baba, olgun gibi sıfatlarımız oldu. Vücudumuzun veya
mevcudiyetimizin, cismimizin ismini ve sıfatını tamamlayan bir kişiliğimizin,
zatımızın olduğunu da idrak ettik. Buna fıtratımız da denilebilir, yedisinde
neyse yetmişinde de odur. Aklımızın yoğun kullanımı sayesinde duygulara erdik,
sevdik ve sevildik. Efal, sıfat ve zatımızın bilincine vardık.

Olgunlaşmamızın doruğunda ilk mesaj geldi. Felâk suresi
ile sabahımız oldu, uykudan uyanmaya başladık. Cahillikten çıkmaya karar
verdik, öğrenmeye geçtik. Bilgi elde ettikçe, öğrenme melekleri yardım etti,
yani öğrenme melekelerimiz, yeteneklerimiz gelişti. Hareketlerimizin
doğallığını, doğadan kaynaklandığını anladık, yani, verilmiş olduğunu idrak
ettik. Böylece, hareket, iş, işlem, eylemlerimizi kapsayan efalimizin O’na ait
olduğunu, gerçek sahibinin O olduğunu anladık. Teslim ettik efalimizi, teslim
olduk.

Nas suresi ile ef’alimizin kontrolünü elinde tutan
sıfatımızın da gerçek sahibinin Melik olduğunu anladık. Melik’in, Mabud veya
mutlak güç sahibi olduğu anlaşıldı. Zatımızın O’nun zatından olduğu ortaya
çıktı, idrak ettik. Doğada bitki gibi bittiğini, hayvan gibi yaşamaktan kurtulduğunu
anlayan, insan olarak idrak edip teslim olan sonucunda Adem olmayı Hak eder.]]]

ADEM’in HALİFE OLARAK İCADI (Tekvin+Yaradılış)
(BAKARA, 29,...,35)

AYET 29 : Ya Muhammed, Rab’binin meleklere, “Ben, yer yüzünde
halife icad edeceğim” dediğini hatırla. (…iz kale rabbüke lilmelaiketi...cailün
fil’ardı halife)

[[[ Her kelimenin her deyimin büyük önemi var. “Rab”
demesi bu işin ilimle ilgili olduğuna, “melekler” demesi kişinin yetenekleriyle
ilgili olduğuna, “yeryüzü” demesi bu işin kişinin bedeniyle ilgili olduğuna,
“icad” kavramı daha önce olmayan yeni ve güzel bir şey ile ilgili olduğuna
işarettir. “İz” bu işin sürekli yapıldığını gösterir. Yaşayanlar değişse de
yaşam ezelden ebede devam eder. ATA’mızın dediği gibi “insan ve insanlığın
gelişimi paraleldir, İlâh’î uygulamaların seyrine bakılırsa görülen odur ki,
insanlığın çocukluk ve gençlik dönemlerinde kullarıyla dolaylı temas kuran
Tanrı, insanlığın olgunluk döneminde, peygamberliği sona erdirerek, doğrudan
teması yeğlemiştir.” Akıllı kişiler akıllarını yeterince kullanıp olgun insan
olduklarında “halife Adem” olmaya hazırdırlar. Böylece, Adem mesajı yaşam
sürdükçe sürekli olarak yerini bulur. ]]]

Ulu Allah sizin var olabilmeniz ve yaşayabilmeniz için
yeryüzünü ve gökyüzünü yarattı. Ciheti süfliyye : aşağıda olan, arz, yeryüzü.
Ciheti ulviye : Yukarıda olan, sema, gökyüzü. Birisi beden ve beden azası olan
alemi cismani-cisim alemi, ikincisi ruh alemidir. Semanın yedi kat olması ruh
aleminin mertebeleridir. 1- madde,cin alemi, 2- Nefs alemi, 3- Kalp, 4- Akıl,
5- Sırr-ı kalp, 6- Ruh, 7- Sırr-ı ruh. (Ali : Ben göğün yollarını yerin
yollarından daha iyi bilirim). (Tasavvuf açısından ruh ilimdir, akıl ruhun
taşıyıcısıdır, akıl nefs-i natıkanın kuvve-i akılesidir – konuşan nefsin akıl
etme gücü).
“Akıl, ruhun nuru ile nurlanan (ilim ile aydınlanan)
kalbin parlak bir mevziidir”. “Kalp de nefs-i natıkadan ibarettir.” (Natık :
idrak eden, düşünen; Hayvan-ı natık : konuşan hayvan-insan. Natıka : düşünüp
söyleme özelliği, yeteneği).

İz : ezelden ebede sürekli

Evrende var olan her şeyin, yaratılmadan önce,
ruh-kalp-nefs alemlerinde sureti vardır. (Nefs : insana en yakın olan sema - …
sonra senin dünya göğün yani sana en yakın göğün olan nefsinde mevcud olduktan
sonra zahir olduğunu görürsün). (Hicr,21 : herşeyin hazinesi, bizim
indimizdedir. Herşeyi, ancak malum miktarda indiririz). Meleklere denmesi : bu
suretlerin oluşmasıdır.

(ca’ıl ) kelimesi, ibda - yoktan, örneksiz, yeni ve güzel bir şey icad etmek- ile
tekvinin-yaradılışın-her ikisini de kapsar. İnsan da emir ile halk aleminden
mürekkep olduğundan ayette (halikun) denilmeyip (ca’ılün) denilmiştir.

Halife, benim ahlakımla ahlaklanıp, sıfatımla sıfatlanıp, emirlerimi yerine getirir, mahlukatımı idare eder, işlerimi yürütür, kural ve düzenimi korur, halkı bana ibadete davet eder.

AYET 30 : Melekler, “yer
yüzünde fesad-ikilik-çıkaracak ve kan dökecek kimseyi halife kılar mısın?” “Bizler ise daima seni tesbih ve takdis etmekteyiz”. (Tesbih : şerik, acz ve noksandan tenzih-noksan olmadığına inanma. Takdis : kutsallaştırma). Mukarrebun (yakın) -bilen ve bildiren - melekler
mukaddis (takdis edici) dirler. Semavi ve arzi melekler müsebbih (tesbih edici)
dirler.

AYET 31 : Yüce Allah, eşyanın bilinmesine sebep olan özellik ve
yeteneklerini, yarar ve zararlarını, Adem’in kalbine ilka eyledi-ilham etti.
Meleklere, esmanın müsemmalarını (isimlerin cisimlerini) arzederek, “eğer siz
sadıksanız bu eşyanın hassalarını bana bildiriniz” dedi. Meleklerin ilmi
insanın ilmine tabidir. Ademmiyyede toplanmış bulunan tüm insaniyye ve melekiyye güçleri, Adem’in gayrında idrak edemedikleri zevkleri Adem’de idrak ettiler.

AYET 32 : Melekler, “Sen, Hakim ve Alim-i mutlaksın, bizim, senin
bildirdiğinden başka bilgimiz yoktur, seni noksandan tenzih ederiz” dediler.
Hak’kı böylece tenzih, Allah’ın ilminin kendi ilimlerinden üstün olduğunu idrak
edip Allah’ın Alim-i mutlak ve ancak layık olan işleri yapan Hakim olduğunu
anlayarak Allah’ı tesbih etmeleridir.

AYET 33 : Allah, “Ey Adem, meleklere esmadan-isimlerden haber ver”
dedi, (“Esmayı onlara öğret” demedi!). Her ismin sonsuz şekilde cismi vardır, örneğin, masa ismi birdir ama masa çeşitleri çoktur. Olması da gerek, olmazsa bilinmez. Gelişme sağlayan ilmi
öğrenme yeteneği insana aittir. Melekler yeteneklerinden başkasını ve fazlasını
kabul edemez. Örneğin, göz yalnız görür, gördüğünü de bilmez ve gördüğü şeyler
arttıkca rütbesi de artmaz. Adem, meleklere eşyanın isimlerinden haber verince,
Yüce Allah “Ben, size, ben göklerin ve yerin gaybini ve sizin
açıkladığınız ve gizlediğiniz şeyleri bilirim, demedim mi?” diye buyurdu. Bu sözün manası : meleklerin bilemediği ilim, tahsis ve tercih edilerek, sırr-ı marifet ve muhabbet olarak, insana
emanet edilmiştir.

AYET 34 : (…melaike...scüdü ..ademe) Bizim, meleklere,
“Adem’e secde ediniz” dediğimizi hatırlayınız. Meleklerin Adem’e secdesi, ona
itaat etmeleri ve boyun eğmeleridir. Ancak, İblis secde etmedi ve böbürlendi.
İblis, vehim-kuruntu etme gücüdür. İblis, dünyevi, bedenseldir; aklî ve semavî
meleklerden-melekelerden-yeteneklerden birisi değildir. Secdeden kaçınması
aklın hükmünü kabul etmemesidir. Kuruntu, vahdet nurundan, aklın aydınlığından
ve zevklerinden yoksundur.

AYET 35 : (… ya adem...ente ve zevcekül cennete) (… illa
iblise…) Ve biz, “Ey Adem, sen ve zevcen-eşin, cennette sakin olun” dedik. Adem
kalp, zevcesi nefisdir. Nefse, (aydınlanmadığı hallerde kara olan) cismani
hayat kelimesinden Havva denilmiştir. Kalp de cisimle ilgili olmayaydı Adem
denilmezdi. Adem ile Havvanın içinde yaşamaları emrolunan cennet, kudsi bir
bahçe olan ruh alemi semasıdır. Yani, “Ey Kalp ve Nefis, Siz, ruh semasını
tercih ediniz ve o cennetten hangi mekandan ve ne suretle dilerseniz bol bol
yiyiniz”. Yani, kalbin rızkı ve ruhun yemişi olan manayı, ilim ve hikmetleri
hangi makam ve mertebeden ne açıdan olursa olsun ne kadar isterseniz
benimseyiniz. Rızıklar ve yemişler helâldir. Zulüm, hak ve hazzın noksan
kılınmasıdır. Zulmet nurun zıttıdır.
Zalim, zulm edendir. Nur alemindeki nasibinizden almadığınız kısım
(öğrenmediğiniz ilim kaybınızdır, her kayıp kendinize ettiğiniz bir zulmdür,
zalim olursunuz) idrak edemediğiniz her şey, yaradılış nurunuzdan noksan
kalandır.

İnsan (taklit) à Akıllı İnsan à Alim (Ahdi
Misakla ilmen yakın) à Adem (aynel
yakin)
(Kendini bil - Kendini bilen,…, Rab’bini bilir)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder