14 Mart 2012 Çarşamba

YUSUF’un (bireysel hayatın-herkesin) HİKAYESİ

(Aşağıdaki metin, Te'vilat-ı Kâşaniyye'ye göre 12 Yusuf suresinin ilk 50 ayetinin tevilidir-bana düşündürdüğüdür, umarım siz daha fazlasını düşünürsünüz)

Kur’anın söz ve düzeni mucizevidir ve zahiri, dış görünüşe uygun genel manası, yani,
herkesin anlayabileceği manası olaylara uygundur; batınî, içsel, özel manası
ise Allah’a giden yolda yolcu olan kişi için kıssalarla doludur, sanki Kur’an
sadece bu yolda yürüyenler içindir, yolculuğun şekline ve yolcunun durum ve
koşullarına işaret edici ve çok uygundur. “Sen her ne kadar vahiyden önce
bunları bilmiyor idiysen de Kur’anı vahyederek kıssaların en güzelini kıssa
eyleriz !”.

Yusuf'un, babasına; «Ey babacığım ben, onbir büyük yıldızın ve gü­neş ve ayın bana
secde eylediğini gördüm» dediğini tezekkür et. Bu rüya, Hûd suresinde,
tâ'bire muhtaç olduğunu zikr ve beyan ettiği­miz rüyalardandır. Gaybdan haber
veren hayalgücü ile Yusuf’a secde edenler, nefsani dünyada, anne babası ve 11
kardeşidir.

Yâkub aleyhisselâm «Ey oğulcağızım, rüyanı kardeşlerine söyleme belki sa­na bir
hile ederler, zira, şeytan insana muhakkak aşikâr bir düş­mandır» dedi.
Yâkub'un bu sözü, manası derin olan ilhamlardandır. Yâkub Aleyhisselâm bu
rüyayı Yusuf'un kar­deşleri işitirse, Yûsuf'a hased edeceklerinden,
kıskanacaklarından korkmuşdur. Yusuf’un rüyası, kendisinin keşiflerde
bulunacağını, sevilenlerden olacağını bildirmiştir.

Yusuf ile kardeşlerinin hikayelerinden ibret almak isteyenler için önemli dersler
vardır : seçilmişlik, seçilenin iradesinde değildir, onun çalışması veya isteği
ile değildir; Allah’ın iradesi ile olur. Bilenler, yaradılışların, istidatların
ezelde, işin en başında mertebe mertebe olduğunu bilirler. Hayır ve şer
Allah’tandır ve onun iradesine karşı koyacak da yoktur. Bunu bilenlerin de
teslimiyetleri, tevekkülleri kuvvetlidir.

Teslim olanlar, Allah'ın fiil ve sıfat tecellilerini müşahede ederler, ayrıca,
şeytanın şerrinden nebilerin bile muaf olmadığını bilirler. Hepsinden önemlisi,
Yusuf’un hikayesi, teslim olanların, O’na giden yolun başında ve sonunda ve bu
ikisinin arasındaki her hal ve durumda insanın başına gelebilecek her şeyden
haber vererek şevk ve iradelerini artırır, basiretlerini nurlandırır,
azimlerini güçlendirir.

Yusuf, babası akıl Yakub’unun sevdiği oğludur, kalptir. Kardeşleri, nefsin oğulları,
beş dış duyumuz (görme, işitme, tat, koku, dokunma) ve beş iç duyumuz
(hislerimiz, hayal etme gücümüz, korkularımız, hafızamız-hatırlama gücümüz,
yetki kullanma gücümüz-irademiz) ile öfke ve anlayışlı kalptir. Zikretme gücü
istisnadır, kalp Yusuf’una haset etmez, kıskanmaz ve vesvese vermez.

Kıskanç kardeşler gibi, onbir adet olan iç ve dış gücümüz kalbe vesvese verir,
kasdeder, hakim olurlar. Bu güçler doğal olarak lezzet ve şehvete düşkündür,
aklın, fikretme gücüyle kalbi, ilim, irfan ve güzel ahlak ile eğitmesine engel
olmak ister. Kalbin, bedensel zevklere ve hayvani lezzetlere önem ve öncelik
vermesini, onları elde etmeye çaba göstermesini ister. Halbuki, fikir, kalbin
ilim ve fazilet tahsili ile mutlu olmasını ister.

Sağlam kafa sağlam vücutta bulunduğu için, önce vücudun sağlık ve sıhhati düşünülerek
bedenî ve hayvanî zevk ve lezzetlere yönelen gençlerin, akılları başlarına
gelince, reşit olunca kalbinde ahlaki değerlere yer verir. Yalnız fiziki ve
maddi ihtiyaçların karşılanmasına dönük emredici nefsin yetersiz görülmesi, bu
durumun pek de iyi olmadığının düşünülmesi ile akıl yeni bir zevce edinmiş
olur. Nefs artık tatminkar ve kanaatkar olmaya başlar. Aklını kullanma ve daha
ahlaklı olmaya çalışma gayretleri kalpte yeni hazlar yaratır, insanı kalpsiz
olmaktan kurtarır, kalpli olmak önem kazanır. Böylece, akıl, kalbin ilim ve
irfan yolunda ilerlemesi için, nefsi ihmal pahasına, kalbe yönelir, meyleder.
Zamanla aklın bedenden kalbe yönelmesi bir anlamda kaçınılmaz olur. Herşeyin
daha fazlası yerine daha güzeli, iyisi ve ahlaka uygunu gibi düşünceler ön
plana çıkar. Zevklerin elde edilmesinde beden ile kalbin yolları birbirinden
ayrılır ve uzaklaşır ve akıl kalbin yolunu tercih eder.

Beden ve kalp ikilisinin oluşumu ve yollarının ayrımı süreci zorludur ve zaman
alıcıdır. Hayatta kalma, canlılığı sürdürme gayretleri kalp ve duygusallığın
ortaya çıkışı ile hemen duramaz veya ortadan kalkamaz. Bir tercih durumu ortaya
çıkınca, aklın kalbe eğilimi ile, akılsızca ihmale uğraması halinde, yaşamı
sürdürme gayretleri aksarsa bedensel güçler zayıflar. Bedensel zafiyet aklın
dikkatini tekrar kazanır hatta kalbe girmeyi başarır. Kalbe giren beden
muhabbeti artar, üstelik, vesvese ve kuruntu ile dolarak onun “bedenin doğası”
kuyusunun dibine çökmesine neden olur. Var olan herşeyin kalpte, gönülde yer
edebilmesi, yer alabilmesi için, kalp en dibe inmiş olur. Bilgisizlik ve
sevgisizliğin dibi, cehalet ve nefretin doruğundan, cehalet çukurundan, en
doruğa, arif olmaya yolculuk artık başlayabilir.(*****)

Kuyuya inerken Yusuf’a, Cebrail’in gelip İbrahim Aleyhisselam’ın gömleğini giydirdiği
rivayet olunur. Bu gömlek insanın yaradılıştan gelen akıl, fikir, düşünme,
anlayış ve idrak yeteneğidir.

Kalbin kuyuya inişi, ihtiyaçların karşılanması amacıyla aklın kandırılması sonucudur.
Akıl, kalpten uzaklaşınca mahzun olur.

Kardeşleri Yusuf’u kuyuya attılar. Hayatı kazanmak, geçimini sağlamak,
maaş-ücret için çalışmak önce bireysel bir faaliyet gibi görünse de aslında
toplum içinde yapıldığı açıktır. Kalbin karın doyurmak, örtünmek ve barınmak
gibi bedensel amaçlar için dibe indirilmesi, kalpte yalnız bunların yer alması,
çalışma ve gayretlerin bencillikle yapılması, kazancın meşru olup olmadığına
bakılmaması insanın kendisine zarar verir ve böyle düşünmenin yanlış olduğu
anlaşılır. Bedensel ve hayvani ihtiyaçların karşılanmasında bir “şuursuzluk”
hissedilir. İç ve dış hislerin, duyuların kendilerine özgü bilinçleri,
bilgileri yoktur. Diğer bir deyimle, göz gördüğünü, kulak işittiğini bilmez.

Kardeşleri, ağlayarak gelip Yakub’a Yusuf’u kurt kaptı dediler.
İnsanın hayvansallık düzeyindeki ihtiyaçlarının karşılanmasında önceleri,
içgüdülerin ötesinde bir şuur ve bilinç söz konusu değildir. Bu aşamada
içgüdüler aklı ikna etmeye çalışır, her ne kadar sen bize inanmıyorsan da bizim
yaptıklarımız doğrudur, biz kalp için ne yaptıysak onun ve bizim iyiliğimiz
için yaptık, ona önem verdiğimiz halde onu-Yusuf’u kurt kaptı deyip
aklı-Yakub’u ikna etmeye çalıştılar.

Yusuf’un kanlı gömleğini kardeşleri Yakub’a verince, Yakup, nefsiniz size oyun ediyor,
kötü şeyi iyi gösteriyor, benim sabretmem gerek dedi.

Hiddet, şiddet, öfke ve kızgınlık halinde, ki bu hallerin ortaya çıkışı anlık olabilir
ve kontrolu zordur, nisbeten, göreceli, daha kısa bir süre içinde olur ve kısa
bir süre sonra geçer, ancak, bu kısa süre zarfında, kalbe özgü duygu, iş ve
işlemler tamamen sona erer, kalbi zor durumda bırakır ve onu çok utandırır, bu
nedenle, kardeşler Yusuf’u kurt kaptı dediler, kurda iftira ettiler.

Şan, şöhret, şehvet, para ve mala düşkünlük ise kalbi parçalayıp öldürmekte daha
şiddetlidir, ahlak düşüklüğüne eğilimde, emirleri dinlememekte ve düzene,
meşruluğa, geçerli şeriata, yasalara, geçerli ahlak kurallarına uymamakta daha
etkilidir, kalbi daha uzun süre etkiler. Bu erdemli güzel ahlak (takva)
gömleğinin tersi bir durumdur, gömlek zaten lekeli, kirlidir, üstelik bunun
üzerindeki öfke-kurt-kan lekesi ise tüm kardeşlerin hep beraber ortaya
koyduğunu gösterir.

Yakub’un gözlerinin beyazlanması, kalp doğa kuyusunda iken akıl nurunun
(kalbe vurup parıldamasının) yokluğundan ve basiretin bitkinliğinden, aklın
ince fikir, feraset üretememesindendir.

Su ihtiyacı olan kervan-kafile gelip kuyuya kova saldı ve Yusuf kuyudan çıktı. Kervancı
Yusuf’un kıymetini bildi ve sermaye olsun diye sakladı. Yetişen kardeşleri ise
onun kıymetini bilemeyip ucuza sattılar, onun için kanaat edenlerden olmuşlardı
artık. Kalbi yukarıya çıkaran şey aklın fikir yürütme-üretme yeteneğidir.

Kervan Yusuf’u Mısır’a götürdü ve bir Aziz’e köle olarak sattı. Aziz karısına Yusuf
için, “ikramda bulun iyi bak, bize yararı dokunabilir, hatta, evlat
edinebiliriz” dedi.

Böylece, Yusuf-kalbe yeryüzünde yaşam, kudret verildi. Yusuf’un Mısrın
Azizine satılması : fikir, ruha yakınlığı nedeniyle, ruhun nuru ile nurlanması
zamanında, ruhtan akan-sızan bilginin manasıyla kalbi, kutsal ülkenin kutsal
şehrinin azizi olan ruha teslim eder. Çünkü, fikir esasta uygulamaya dönüktür,
maddî veya bedensel dünyada akla gelen bir bilginin uygulanması ile ilgilenir.
Bu açıdan kalp bedensel alanda olmadan onunla temas kuramaz. Kalp maddi
aleme, kuyuya düştüğü için fikir onunla temas kurabildi ve kalbin nefse dönük
“sadr” kapısından girip, ruha dönük “fuad” kapısından çıkarak kalbi ruha teslim
etti. Böylece, akıl, fikirden tezekkür, tefekkür etmeye yüceldi. Fikir etme
hali maddi alemde olduğu için, ruh aleminden uzak olduğu, henüz tefekküre
geçemediği için hüzün hakimdir.

Yusuf’u teslim alan Zeliha, ruhun nurundan henüz iyiyi kötüden ayırıp pişmanlık
duymayacak şeyler yapacak kadar nurlanamayan nefsdir. Nefs önce kötü bir
şey yaptığını idrak edip pişmanlık duyar. İleri aşamada ise iyiyi ayırt edip
onu yapar ve rahat bir vicdan oluşturur. Rahat bir vicdana sahip olmadan önce
kalp kederlenir ki bedeni güç ve zevklere karşı koyabilsin, bu nedenle kalbe
önce keder verilmiştir. Kalp böylece, kederine engel olmak için, istidadında,
yaradılışında bulunan olgunluğa erişebilmek için, beden aletlerini olgunluk
tahsilinde kullanır, akıllı hesaplar yaparak işlerini yürütür, beden arzında,
yeryüzünde maddeye hükmeder, bedenine (eline, beline, diline) hakim olur.

Bu dünyada ve fesadın hüküm sürdüğü ortamda neler olabileceğini göstermek için
Yusuf kuyudan kurtarılmış ve kudret verilmiştir. Yusuf’un istidadının
gerektirdiği makama erişebilmesi, olgunluğunun son haddine ulaşabilmesi için
Yusuf’a ilim ve hikmet verme amacıyla gereken yapılmış zafere ulaşılmıştır.

Yusuf reşid olunca kendisine ilim, hüküm ve hikmet verildi. Doğuştan gelen perdelerin
kalkmasıyla, fetih veya fütüvvet makamı denen ilk makamın sonucuna reşid olma,
iyi ile kötüyü ayırt etme hali denir. İnsanlar genellikle verilenleri
kendilerinin çalışarak, terbiyeli davranışlarıyla elde ettiklerini zanneder.
Her şey Allah’ındır ve onlar sadece takdir edilenler için birer vesile ve
sebeptir. Talep, irade, ictihat ve riyazatla ihsan sahibi olanları biz böylece
cezalandırırız!
(cennet ceza evidir!)

Züleyha Yusuf’u aşk yapmaya davet etti, o da, önce meyledip sonra, ilham geldiğinde,
sahibime bu kötülüğü yapamam deyip kaçtı, kadın kovaladı, kapıda gömleği
yırtıldı ve kocasıyla karşılaştılar. Bu olaylar, Nefsin “Pişmanlık duyma” halinin
varlığının, ortaya çıkışının bir işaretidir. İnsanın gelişiminde öyle haller
olur ki, nefsi kalbini kaplar, onu istila eder, kendi sıfat ve lezzetleriyle,
hatta bunları süsleyerek kalbi etkiler, yanlışı doğru gösterir, kendine özgü,
perdeleyen sıfatlariyle kalbin ruha dönük nur yollarını kapatır.

Yusuf’un bir beşer olarak kadına meyletmesi, kalbin nefse meylidir. Yusuf’un rabbinin
delilini görmesi kalbin akıl ve basiret ile durumu idrak etmesidir. Aklın
yardımı ile kalbin, nefsin muhalefetinden kurtulması, nefsin şehvet ve zulmünün
giderilmesi ve kalbin nurlanmasıyladır. Gömleğin arkadan yırtılması nefsin
sıfatıyla kalbe tesiri kalbin nefse dönük kapısı olan sadrından olmasındandır,
gömlek nefis tarafından yırtılmıştır, burası kalbin arkasıdır.

Kalp aklın delilini tezekkür edip ruha yönelip yücelerek ruhun nuru zuhur edince,
kutsal nur kalbe girince, kalbin nefs istilası altında olması nedeniyle, nefsde
de ruh nuru zuhur etmiş, nefs de ruhun nurundan etkilenmiş olur, nurdan
etkilenen nefs kalbe tabi olur, ruhun nuru kalbi kendi tarafına çektiği,
cezbettiği için, kalp sayesinde nefs de kalp ile birlikte ruha tabi olur.

Zeliha “zorla zinanın cezası zindandır” dedi. Yusuf da “o bana zina emretti” dedi.
Beşikteki süt emen çocuk “Yusuf’un gömleği arkadan yırtılmışsa beraat
etmelidir” dedi.

Yusuf ve Züleyha’nın biribirlerini suçlamaları iyiye işarettir. İffetleri sağlam ve
pişmanlık var demektir. Pratikte, uygulamada bir aksaklık var, ama, manada,
doğru düşünebilmekte veya ahlakta sakatlık yok demektir. Ruh nurunun kalp
üzerine bir daha böyle duruma düşmemek üzere doğması, nefsin kalbe üstün
gelmesi değil nefsin kalbe tabi olmasıdır. Nefs kalbin nuru ile nurlanmış ve
onun makamına ulaşmak için ona aşık olmuştur. Bu nedenle nefsin, doğanın ve
bedenin tüm güçleri etkilenmiş ve üzülmüştür.

Olayı duyan Mısır’lı kadınların Zeliha yanlış yaptı diye dedikodu yapmaları onların
etkilenmiş olmalarını sözde üzülmüş olmalarını gösterir. Bunun üzerine, Züleyha
bir davet verir ve meyvelerini soyarlarken Yusuf içeri girer, bütün kadınlar
ellerini keser “bu güzellik asla çamurdan yapılmış beşeri değil ilahidir”
derler. Zeliha da “işte Ken’an’lı kul budur, dediğimi yapmazsa zındana
atılacak” der.

Kalp akıl, fikir ve idrakle birlikte fıtri hisleriyle ne zaman nefse hakim olursa
nefs de bedeni kendine tabi kılar ve tüm bedensel güçler kalbin nuruyla
nurlanır. İdrake ulaşan bu güçler kendi güçlerinden kesilir, yani,
örneğin, göz artık daha önce gördüklerini değil herşeyde hakkı görür, kulağı...hakkı
işitir... hâşelillâhi !

ZİNDAN (HALVET)

Yeryüzünde dünyaya güneşin doğuşu gibi, nefs ve bedende de kalp nuru doğar, nefsin
istidadında, yaradılışında bu vardır, nefs isteyerek, kendi iradesiyle kalp
nuru ile celallenir, kendi halinde kendi sıfatlarıyla yaşarken kalbin nuru onu
allak bullak eder, çalkalar, hayatını altüst eder, aydınlanır, her yaptığını
bilinçli yapar, cehalet içinde yaptıklarını artık yapmaz, bilerek, kalbe tabi
olarak yeni bir yaşam kurar.

Nefis kalbin iradesine boyun eğerse, ruhun nurundan ilim alıp gelen akıl yolunu
izleyerek doğru yola girme azminde olan kalp ile kavgası azalmış veya yok olmuş
ise, kalbe itaat etmeye alışırsa, nefs terbiye amacıyla az gıda ile
geçinebilir, heveslerinden kurtulur, yararlı fikir ve işlerle uğraşır, böylece,
riyazatın vakti gelmiş olur. Çünkü, kalbin nefs ile mücadelesi bitmiş olur, en
büyük savaş olan nefis savaşını kazanmış olan kalp garazdan kurtulmuş olur.

Kalp iki yüzlü, iki kapılıdır, bazan nefs bazan da ruh tarafına çekilir, bu nedenle
azmi tereddütte kalır, hak yoluna girmek mümkün olmaz, halvet için şart olan
toplumun yokluğundan halvet de sağlıklı olamaz. Bu riyazat nafile ibadetlerle
olan nefsin riyazatı da değildir, çünkü, nefis riyazatı halvete muhtaç
değildir. Nefsin riyazatı, kalbe muhalefet etmeyi, karşı gelmeyi terk etmeyi,
iyi işler yapmayı, nafile ibadet etmeyi, nefsin kırılmasını ve kahrını
gerektirir.

Kalbin riyazatı, yararlı fikir ve işlerle meşgul olması, ancak, görmesi, şahit olması,
müşahade etmesi, fena yolunu izleyip beka talep etmesi amacıyla ilim tahsil
ederek olgunlaşması ve keşiflerde bulunarak gezinmesi ile olur. Bu ise nefsin
kalbi istila etmesinden ve ismetten (günahsızlık, mâsumluk, suçsuzluk) sonra
mümkündür.

Kalbin olgunlaşması nefsin kalbe dolmasından sonradır, çünkü, nefsin masumluğu ve
suçsuzluğu kanıtlanmadan, nefsin yaptıklarına sabredip katlanmadan, onu
yeterince tatmin etmeden, onun emrini yerine getirmeden kalp, bedeni lezzetleri
tadamaz, hissi idraklere eremez, arzu ve istekleri olamaz, rahata eremez,
halvete giremez. Kalbin nefs indinde keramet ve izzeti bulunamaz ve nefs ve
bedenden ayrıldığında bedensel yardımcılarından ve hademelerinden ayrılacağı
için zelil, hor, hakir, alçak olacaktır.

Sahrada ibadet zamanında Resullullah’a sevdirildiği gibi, Yusuf’a da halvet (gizlice,
yalnız, tek başına tenhaya çekilme) sevdirildiğinde Rabbine “zindan bana
kadınların davet ettiği şeyden daha muhabbetlidir”, “sen onların hilesini
benden men etmezsen ben onlara meyleder ve cahillerden olurum” diyerek dua
etti. Çünkü, kalbi nefse doğru çekmek nefsin fıtratında, doğasında olan ve
ebedi olarak yok edilemeyecek bir özelliği ve yeteneğidir. Halbuki, kalp
nuruyla nefsin aydınlanması ve kalbe itaat etmesi geçicidir.

Kalp ise nefse işlerinde daima yardımcı olur. Çünkü, kalp iki taraflı ve iki
yüzlüdür, biri ruha diğeri nefse çeker. Yücelik tarafının galip gelmesi ve
büyük melek nuruyla yardım etmesi nedeniyle Allah kalbi korumasa, kalbe,
cehaletiyle, nefse meyletmekten daha yakın bir şey yoktur. İlimden elde
edilen bilgiler olmasa insan cahil kalır ve içgüdüleriyle hareket etmekten
başka çaresi yoktur. Kalbin korunması için halvete girmesine, duası kabul
edilerek, izin verildi.

Nebi de “benim kalbimi dinin üzre sabit kıl” diye dua edince “sen nebisin böyle
duaya ihtiyaç mı duyuyorsun” diyenlere “benim de kalbim sahradaki bir tüy
gibidir, rüzgarlar onu istediği gibi çevirir” demiştir, kalbin fıtratı
böyledir.

Yusuf’un duası kabul oldu ve kalbi bedenden ruha, maddeden manaya, cehaletten ilme,
beşeriyetten kutsallığa döndürüldü. Sır makamında kalbin yalvarışı duyulur,
ihtiyacı bilinir, karşılanır.

Yusuf’un bir süre için zindana atılmasında yani halvete girmesinde ittifak oldu. Ruh,
akıl, fikir, vehim, nefs, beden ve tüm (beş dış duyu: görme, işitme...;beş
iç duyu: hissetme, hayal etme, hafıza-hatırlama, korkma, yetki
kullanma-düşünme-değerlendirme-seçim yapma) duyular kalbin halvete girmesini
uygun buldu. Halvet için önce nefs savaşı kazanılarak nefsin kalbe ram olması,
tüm bedensel güçlerle birlikte kalbin emrine girmesi gerek. Sonra, bu toplumun
beraberce kalbe uyup halvete girme duasına katılması gerek. Son olarak, toplu
duanın Allah tarafından kabul edilip halvete izin vermesi gerek.

Yusuf ile birlikte iki delikanlı daha zindana girdi. Birisi
rüyasında şaraplık üzüm suyu sıkan, diğeri rüyasında başının üstünde ekmek
taşıyan ve kuşların ekmekten yediğini gören iki kişi.

Şarapcı ve ekmekci, Yusuf’a rüyalarını tevil etmesini söyledi. Yusuf onlara “bana
öğretilmiş olan ilimle gözümdeki perdeler kalktı basiretli görüşle, iman
edilmeden yapılan işler için olan ahiret neşesine inanmam” dedi.

Şarapcı kalbe aşk şarabını sunan, onu mest eden, kalbi nefsten ayıran, kalbi kalp yapan
yetenek olan ruh muhabbetidir ki, Melik’e, hükümdara aşk şarabı
sunar, içirir. Ekmekçi ise ruhani hayat gibi kalpten hiç
ayrılmayan nefs hevesidir ki nefsin bekasını, yaşamının
sürekliliğini sağlayan, nefsi nefs yapan ve ruhtan nefse akan nefsin hayatıdır
ve bu heves ve istek beden şehrinde rızıkları dağıtan hükümdarın ekmekçisidir. Her
iki gücün, yeteneğin, hayatın kaynağı da ruhtur ilimdir. İlim
ve ondan damlalar olan bilgiler, yeni yeni istekler olmasa nefs heves etmez,
edemez, beden yaşamını sürdüremez, kalp de ruhani bilgilerle mest olamaz.
Halvette her iki güç de kalp için şarttır, yalnız halvette şarttır, bunlar
olmadan da halvet olamaz.

Şarapcının rüyası, gerçeği görememe demek olan gaflet uykusunda iken “kalp bilgileri”
salkımından aşk şarabını sıkıp muhabbet gücünü doğru yöne çevirmektir. Kalp
ruhtan yani ilimden bir çok ve tane tane bilgiler elde eder, bu bilgilerin
kümeler halinde veya gruplar halinde oluşu “bilgi salkımı” gibidir. Bu
salkımdan üzüm daneleri gibi uygun bilgilerin özümlenerek yani tanelerin
sıkılıp suyu çıkarılarak sohbet-muhabbet elde edilmesi, bununla da kalbi mest
etmek ve kalbi ruha, ilme doğru döndürüp halvetde daha fazlasına kavuşmak
şarapcının (kalbin ruh-ilim sohbeti yapma yeteneğinin) rüyasıdır. (Size,
şimdilik, üzüm; idrakten sonra, şarap !)

Ekmekçinin rüyası, heves-arzu-isteğin tamamen nefsin güçlerinin lezzet, şehvet, rahat ve
huzurunun sağlanmasına ilişkin gayretlere dönük olması, hep dünyevi işlerle uğraşılmasıdır.
Hevesin huzurun sağlanmasına eğilimi çabuk, acele ve gelip geçici olduğu için
kuşlara benzetilmiştir, hevesler aniden gelir ve kısa bir sürede yok olur,
heves etmek de budur zaten.

Kalbin her iki kuvveti de amaçlarına ulaşmaktan men etmesi, alıkoyması, çalışmalarını
yasaklaması değil sadece yaptıklarından haz duymalarını yasaklaması, asgari
düzeyde yapmaları gerekenleri yapıp, kıyama durup, siyaset gütmelerinin, işleri
yoluna koyduktan sonra belirli bir süre sonunda istenen terbiyeye ulaşıldıktan
sonra haz duymaya devam edeceklerine işarettir.

TAPANI DEĞİL SAHİBİ OL !

Kalbin, kendisini nefse ve ruha çeken, bu iki kuvveti, ilahi emirle, kıyam etmeye,
tevhide, birleşip bir olmaya, fuzuli, gereksiz şeyleri terketmeye, iki kuvvete
ayrı ayrı yardım eden, ikisini besleyen himmet kaynağından kaçınmaya teşvik
edildiler. Çünkü, hevesler daima ikilik yaratır ve şehvet ve arzulara ibadet
ettirir; muhabbet ise başlangıçta ve vasıl olmaktan önce zatın cemaline
değildir ve hoş sıfatlara sahip olmaya değil onlara tapmaya, ibadet etmeyedir.
Bu nedenlerle, her ikisini de tevhid ederek terketmek gerekir. Yani, kalp
nefsin sıfatları putlarına tapmayı ve ruh aleminde bekadan mahcub olmayı terk
etmiştir. Baki olan alemde, efal ve sıfata sahip olmak vardır, onlara tapmak,
ibadet etmek yoktur. Hele iyi ve güzel olanlara ibadet etmek -övmek,
hayranlık duymak, methetmek - ve diğerlerini – sözde kötü olanları- reddetmek
yoktur.

Şirk etmek doğru değildir, bu tevhid insanlar için hayırlıdır ama çoğu şükretmez.
Hoş sıfatlarını (O’nun) güzel bulmak, hayran olmak, methetmek hala kendini var
kabul etmek demektir, bu bakiye varlıktır, varsın ki hoş buluyorsun, bu, böyle
muhabbet, artık terk edilmelidir!!! (12.38 : ...lâkinne ekserennâsi lâyeşkurûn)

Yusuf “ey zindan arkadaşları sizin her birinizin mesela muhabbetin, sıfat ve isimler
gibi hevanın, nefsani güçlerin, ayrı ayrı ve birbirinden farklı emirler veren
rableri olması mı daha iyidir? Yoksa, bir emirle herkesi ve herşeyi – gayriyi -
kahreden bir Rabbin olması mı daha iyidir? Diyerek muhabbet ile hevanın
yönlerinin birleştirilmesini zorunlu hale getirdi. Muhabbet zata dönmüş,
yönelmiş olur ve hakkın emriyle nefs, şeytanın dediğiyle değil (lezzeti elde
ederek, ikilikle değil) hukuk ve zaruretin dediğiyle hareket eder. (12.39)

Birinin rabbine şarap sunmasıyla şirk ortadan kalkar zat muhabbeti ruha üstün gelir,
diğerinin asılıp başını kuşların didiklemesi ise onun nefsiyle hareket
etmesinin yasaklanmasıdır. Hiçbir kuvvet üzerinde tasarrufu olamayacak şekilde
doğal davranış hevanın, heveslerin ölümüdür ve bu durum hukuk ile kalmaktır.

Kalbin iki tarafının yönü tevhid oldu, kalp iki kuvvetini de, her iki kuvvet
üzerindeki tasarrufunu da kaybetti, Allah’a yaklaşarak Allah’ta fena oldu ve
velayet (Velilik, dervişlik) makamına erdi. Şimdi bu iki kuvvet kendilerine
aşikar olan bu ortamda yerleşebilirse “zatın şuhudu” makamına erer ve Yusuf’un
işi tamam olur, halveti bitmiş olur. Çünkü, zindanda kalma süresi Allah’ta
seyir zamanıdır. Kalbin fenası tamamlanınca iki kuvvetin emri eşitlenmiş olur.
Çünkü, kalp artık muhabbet veya nefs ile değil Allah ile olur. Hakkın
vücuduyla beka başlayınca halvet biter. (12.41)

Ancak, geriye kalanın mevcudiyeti –bakiyenin vücudu - nedeniyle yolculuk henüz
tamamlanmamıştır. Yusuf kurtulacağını bildiği kişiye “sahibinin yanında beni
hatırlat”, yani, “muhabbetle tekrarlayarak ruh makamında benim için vücud
iste” dedi. Zira muhabbet, aşk şarabıyla ruhu sarhoş ettiği zaman, Ruh vahdet
makamına, kalb de ruh ma­kamına terakki eder. Ve o makamda ruha Hak, kalbe de
Sır denir.

İlim vahdet ilmi ise ve kalp de bu ilim ile dolmuşsa, ruhun (ilmin) ve kalbin hala
var olduğu bir gerçektir ve bu hal “fena” değil terakkidir. Bu makamda
kalmaktan isyan ve ikilik doğar. Bu nedenle, bakiye mevcud olduğu ve Ruh
makamını taleb eylediği için, vehim şeytanı, kalb Yusuf'u­na Hak'ta fena ile
Allahu Teâlâ'nın zikrini unutturdu. İhticab ve bakiye dolayısıy­la Yusuf, daha
yedi sene zindanda kaldı. Eğer Rab'binin yanında beni hatırlat demeseydi,
zindanda yedi sene daha kalmayacaktı.

Kalbin hakkın ilmi ve nuruyla dolması sonucunda ilahi yüze hayret eder ve hayran
kalır, kalp kendisini oraya getiren muhabbet Resulünü müşahade ederken
zikretmeyi unutur. Çünkü, cemale şahit olan sevgili hayrandır. Bütün halktan,
vücudunun varlığı ve ayrıntısından, belki de nefsini bile unutmuş, gafildir.
Fenası tam ve sarhoşluğu şart oluncaya kadar bütün ile bir olmuştur.

Ayıldığında uyanıklığa geri dönüp ayrıntıyı hatırlar. Hüviyetler denizinde mahv ve
belirsiz, zat-ı ehadiyede belirsizlikle fenası ve zindan-halvet zamanı sona
erince Allahu Teâlâ hazretleri onu, kendi hayatıyla ihya ve zât ve
sıfatından ona vücud bağışlar. Nefsin azgınlığının yok oluşu ve
sıfatlardaki itidale, yumuşaklığa doğru olan değişim zayıf öküzlerin besili
öküzleri yemesi; bedensel sıfatlardaki değişim ise kuru başakların yeşil
başaklara galip gelmesi şeklinde gösterilmiştir. Nefs güçlü iken kanaat
etmezken, açgözlülük besili bir öküz kanaatkârlık ise zayıf öküz idi. Aynı
şekilde, halvetten sonra iffet şehveti yemiş durumdadır. Hiçbirşeyin hayranı
değil, artık, herşeyin sahibi sensin !

(yukarıda, 12 Yusuf Suresinin ilk 50 ayeti, aşağıdaki örneğe uygun olarak açıklanmıştır.)

12 YÛSUF SURESİ
(BÎSMİLLAHİRRAHMANÎRRAHÎM)

(Ayet 1) (Elif, Lam, Râ, tilke âyâtülkitâbilmübini)
Zikr ü beyanı yukarıda geçmişdir. (Nahnü
nekussu aleyke ahsenelkasasi) (Ayet 3) Kur'ân'ın sözleri ve
terkibleri mûciz (icazet, izin veren) ve zahir mânâsı, vakıa mu­tabık
ve bâtını, sırf sülûku beyan için vâki olunmuş kıssalar gibi, sülûkün
suretine ve sâlikin ahvaline delalet edici ve çok mutabık ve pek muvafık
olduğundan; (Ve in künte min kablihî leminelğafilîne) (Ayet 3) sen, her ne kadar vahiyden evvel bu kıssadan gafil olanlardan idiysen de biz, sana bu Kur'ân-ı vahyimizle, kıssaların en
güzelini kıssa eyleriz.

{Kur’anın söz ve düzeni mucizevidir ve zahiri, dış görünüşe uygun genel
manası yani herkesin anlayabileceği manası olaylara uygundur; batınî, içsel,
özel manası ise Allah’a giden yolda yolcu olan kişi için kıssalarla doludur,
sanki Kur’an sadece bu yolda yürüyenler içindir, yolculuğun şekline ve yolcunun
durum ve koşullarına işaret edici ve çok uygundur. Sen her ne kadar vahiyden
önce bunları bilmiyor idiysen de Kur’anı vahyederek kıssaların en güzelini
kıssa eyleriz.]



--------------------------------------------------------
Not :Necdet Altınay, Sakarya, Pamukova, Turgutlu Köyünde
1946 yılında doğdu. ODTÜ İşletme Bölümünde askeri öğrenci olarak okudu,
1968’de mezun oldu, 1975’te aynı bölümden Master derecesini aldı. Gazi Ü. İşletme Fakültesi Doktora programına katıldı. Tayin olduğu Genelkurmay Savunma Araştırma Daire Başkanlığında 22 yıl çalıştı, resmi görevinden emekli yarbay olarak 1989 yılında ayrıldı. Görevli
iken Türkiye’yi, emekli iken Türk Sanayiini NATO’nun çeşitli kademelerinde
temsil etti. Halen tekstil alanında danışmanlık yapmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder