19 Mayıs 2012 Cumartesi

KENDİNİ BİLEN BİLİR SENİ


Ey ulu, önder, şanlı, yüce, Türk,

Gazi, Mustafa, Kemâl, Atatürk,

Sana kalpten minnettarız hepimiz,

Seninle kabarık küçük yüreğimiz.



Bizi bilmeyenler birleşip de geldi,

Ruh ve bedenimize birlikte girdi,

Vatan toprağımızı bölmek istedi,

Sandılar ki bölebilirler bu milleti.



Yaptıklarını okudum mest oldum,

Dediklerini düşündüm de coştum,

Herşeyinle seni kalbimde buldum,

Gönülden, gözünden bakar oldum.



Dedin ve demek istedin, anlamlıydı,

Anlamazdık, gönülden olmasaydı,

Gönlümdeki yerleri doldurmasaydı,

İdrak edemezdim, sevgi olmasaydı.



O’nun ruhuyla dirilip bildin kendini,

Hakkı hem de Hakka tapan milletini.

Bildin ve bildirdin herkese haddini,

Koşturdun başarıya asker ve sivilini.



Büyük Türk Milleti! Olmuştu, hitabın,

İçinde Hakka, dışında halka, saygın,

Halka hizmet Hakka hizmet, anlayışın,

Sabırlı ve huzurlu tavırla, anlatışın.



Ne güzel, çocuk bu böyledir, hitabın,

İnsanın olgunlaşmasıdır, temeli dinin,

Olgun kula ilâhi ilham iner, inancın,

Bilselerdi yanlış yapmazlardı, tavrın.



Demedin hiç yaptım, başardım, ettim,

Dilinde gençlik, millet ve memleketim,

Öğrettin, toplumu millet yapan nedir,

Toprağı vatan yapan uğrunda ölendir.



Milletce inandık ve güvendik sana,

Senin inanıp güvendiğin gibi halka,

Kendimi bilmekte örnek oldun bana,

Herşeyimiz feda olsun güzel vatana.



Dirildiğin ruhla dirilip, olduk  seninle,

Başardık,  yendik bilim ve tekniğinle.

Görüp, gösterdin bize geleceğimizi,

Kanıtladın, milletce öğüneceğimizi.



Biliriz zaten, Hakk Bir, hakikat birdir,

İnanıyoruz, en hakiki mürşit ilimdir,

İlmi aramayan, bulamayan zalimdir,

Kendini bilen kişi, ümmî ve âlimdir.



Değişmişti herşey kökten, o günden,

Bilgi versem gerek var mı bugünden,

Sorunlar farklı değil aslında dünden,

Gidiliyor hedefe, gelir gibi düğünden.



Dün sen vardın, yanında küçüktüm ben,

Bugün ben varım, içimde büyüksün sen.

Dün de bugün de aynı bütünüz fark yok,

Ama, gerçeği göremeyen ulema pek çok.



Halâ varsa da arada derviş ve şeyhler,

Batılılar koysa da anlaşmalara şerhler,

Ama, var yine senin dediklerini diyenler,

Açıklayıp gerçekleri, halka söyleyenler.



Kalbine giremeyen tanımlayamaz seni,

Kendini bilmeyen, tam anlayamaz seni,

Bilemezdim ben de kuvvet ve kudretimi,

Seninle tanıdım ben de bu asil milletimi.



Öğrenmişlerdi dün Türklüğü saymasını,

Hesaba katmalıyız bazılarının caymasını.

Davet edilmeden başvurduk üye olmaya,

Ama, gelmeyiz oynanmaya,  oyalanmaya.



Sen de istemiştin bir çok parti kurulsun,

Fikirler çatışsın, doğrular ortaya çıksın,

Kafalarımız, fikir ve görüşlerle dolsun,

Bak, bugün sen bile tartışmaya açıksın.



Seni yetiştiren Türk’ten farklı değilsin,

Milleti tam anlayıp, bütünleyen sensin,

Ruhun ile kalpleri tamamlayan sensin,

Ben seninle asil, sen benimle yücesin.



Görünen her zaman buz dağının üstü,

Süsler her köşemizi aziz Ata’nın büstü,

Anlayışsız olanlar bilmediği için küstü,

Kendini bilen bırakamaz seni yüzüstü.



Canınla canlı, ruhunla diriyiz bilesin,

Gene gelirlerse yine yeneriz göresin,

Kendini bilmeyenler seni nasıl bilsin,

Ruhunla, asil Türk Gençliği kükresin.



Ben köyümden bilirim,  severler seni,

Kentlerde görürüm, örnek alırlar seni,

Başkalarına laik cumhuriyetini överler,

Şüpheli, kesrette vahdeti görmeyenler.





Türkiye, Türk’üm diyenin, öyle olacak,

Dinim, siyasetten arınıp temiz kalacak,

Çağdaş medeniyete, Türk katkı yapacak,

Kurduğun Devlet ebediyen yaşayacak.



Var oldukça Dünya ve milletler hayatta,

Güvenip, öğünüp, çalışacağız kâinatta,

Kim engel olabilir ki, ne zaman, nesiyle,

Öder emanete kasteden canı, bedeniyle.



Iyi, doğru ve güzel için yarış edenler var,

Aklı kullanmayana gelir geniş dünya dar,

Bu Ata ve necdet ile tarih neler de yazar,

Laik demokratik cumhuriyet ebedî yaşar.


8 Mayıs 2012 Salı

SALİH KUL

İkinci baskısı yapılan bir kitabın bir makalesini okuyorsunuz, kitabı "pdf" formunda okumak için önce bir sol sonra da altta çıkan dropbox'a tıklayınız lütfen:
Click here to view

Salih, sever ve sevilir, ariftir, olgundur,

Ruhu bedene sığmaz, gönlü dolgundur.

Güleryüzü ile anımsanır, ilgili, bilgilidir,

İstediği verildi, artık üstelik en yetkilidir.



Olmak ister insan, yeterince olmadan,

Gelinir, geçilmez öteye, son noktadan.

Başkanlıktan sonrası nedir, sormadan,

Gözü kapalı gidilir, cevabı bulunmadan.



Zordur, çamura şekil verip ruhla diriltmek,

Kolay iş değildir, hamtaşları adam etmek.

Denilse de bu yolculuk, senden sanadır,

Kuruma atılan taş, kim demez ki banadır.



Önümüzde aşamalar, gerçeği yaşamalar,

Kimden kimedir bilinemedi bu taşlamalar,

Hamdık da, pişmek içinmiydi haşlamalar?

Örnek lider ile biter bütün bu tartışmalar.



Kapılmak olmaz bir şakırtı ve tantanaya,

Kapılmayız tiyatral sunu ve içkili masaya.

Biliriz demeyi zarf başka mektup başka,

Paylaşıp, tevhid eder, ulaşırız ilâhi aşka.



Adım, adım, ulaşılır amaçlanan menzile,

Heplikten hiçliğe, geçilir temiz bir kalple.

Halk Haktır, halktan olur, olacak herşey,

Bunu görmeyen, olsa da değildir bir şey.



Yükseklere çıkmak yücelmek olmayabilir,

Cehalet çukuru kuru laflar ile dolmayabilir,

Ama ölümsüz ruhla dirilen hiç solmayabilir,

Seni gören de, gül cemaline doymayabilir.



Salih kuluna sonsuzdur Tanrı’nın ihsanı,

Tutan eli, gören gözü olup yüceltir insanı.

Böylece, aşılacak bir nokta kaldı arada,

Umarım, oluruz yine, yakında birarada.



Geldim sordum istedim görüp kutlamayı,

Dediler düşün sen bir telefonu tuşlamayı,

Telefonla olmaz, yetmez, gerekli temas,

Gönül bu, isterse, sunar tepside elmas.



Yükselip yücelenin gözü açık gönlü alçak,

Umarım, gidişiniz değildir bizden kaçmak.

İstemeniz istenmeden siz isteyemezsiniz,

Dilerim isteğimiz olur uzağa gidemezsiniz.

KANDİL ÜSTADIM !


İnsan ve insanlığın gelişimi mucizedir,

Her ayet, bir delil, bir ibret için, bizedir,

Düşünen akıllar için yaşananlar nicedir,

Ama, belki biraz, üstü örtülü, gizlicedir.



Bir ana ve bir babadan doğmalı herkes,

Yeniden doğum babadan olmalı bu kez,

Rahmandan rahime, özele dış çevreden,

Yücelerek geçilmeli, çok çeşitli evreden.



Yeniden doğuş, tekris ve dirilişi kapsar,

Kadrini bilen, berât verir yücelişi kavrar.

Kandilden aydınlan, anla, idrak edesin,

Kandil olup aydınlat, Mir’aca yücelesin.



İnsanlar kâmil olur, amaç, Adem olmak,

Yokluktan gelip, kalbi ilim ile doldurmak,

Heplikte hiçlik ve çoklukta birlik bilinsin,

İnsanınki yetmez, toplumca yücelinsin.



Er, doğduğu yer, Doğuş, farklı gayriden,

Yücelir istidadınca, geçer öteye beriden,

Mesajın kendine olduğunu anlar elçiden,

Örnek alır kendine resulünü, şefaatinden.



Alemde bulursa hem demi, hem Adem’i,

Aramaz artık ummanda küçücük katreyi.

Emin olanın bedeniyyesindedir Kur’ân,

Görünür kılınmıştır bâtını, bilinir furkan.



Regaibde giren, mutlak, Mevlidde çıkar,

Malûm denizinin dalgası maddeyi yıkar,

Berât alınmış belli, Kadir’in Kur’anından.

Mir’âcla kavuşur aşık maşuka aşkından,



Yaşam çok güzel, iyi ki geldik Dünya’ya,

Aslında ne gelen var ne giden, rüya ya!

Önce yalan der sonra başlarız anlamaya,

Kurulmuştur, evvelden, aklımız aramaya.



Hiçbir şey göründüğü gibi değildir, bilinir,

Ağaçları meyveyle dolduran çekirdektir,

Görünüşte, otu yağ ve süt  yapan inektir,

Ameller ardındaki sır maluma tabi ilimdir.



Benim aklım hiç ermez gizli, sırlı, işlere,

Çünkü, sır verilmezmiş sıradan kişilere,

Lâf edilmez bu devirde hemen kimseye,

Çalışırım ben, acizane, kendimi bilmeye.



Cahili arif kâmil yapana ilim, idrak denir,

Halkı Hakka götüren yol, din diye bilinir,

İlim de din de deseniz hoşgörürüm sizi,

Dostlar olmasa kim arar, kim anar bizi.



Okuya, okuya, insan, okumayı öğrenir,

Öğrene, öğrene de, öğrenmek bellenir.

Okumayı ve öğrenmeyi bilirler ne için?

Evrene bakış yeter, kendini bilmek için.



Ateşi de bulmak ilimdir, kandile bakarsa,

Kandil çok işe yarar insan birşey ararsa,

İnsan yanarmış çıra misali, aşık olursa,

Kandil olursunuz, bencilliğiniz yanarsa.



Not : (üç aylar : Recep-Şaban-Ramazan)

Regaib: Rahme düşüş, özele geçiş, (3ayların ilk günü)

Mevlid :  (yeniden) Doğum,

Mir’âc :  Yüceliş, (Recep’in 27.günü)

Berât : Peygamberliğin tebliği, (Miraçtan 12 gün sonra)

Kadir :   Kur’anın inişi, kadrin bilinişi, (Ramazanın 27.günü)

Kardeşe Sevgilerle,


Kardeşim, sevgili dostum, sağol, mersi,

Bildim bileli, doğu, batıdan alırsın gerçeği,

Üstelik herkesle paylaştın aldığın dersi,

Her işin mutlak vardır, bir yüzü bir de tersi.



Yolculuğumuz biliriz içseldir, senden sana,

Köprü sensin, geçmelisin, bedenden ruha,

Üstünde harfler varmış, okunmaz, kısaltma,

Okumak istersen oku, bak sen alın yazına.



Tüm yeminlerde, yemin eden tek ve sensin,

Sözünde durursan, yükselen ve yücelensin,

En sonunda, kısaca, sen bir ‘kendini bilen’sin,

Ama, görünüşte hep başkalarıyla ilgilenensin.



Hep bize neyi nasıl yapmalıyız onu söylersin,

Nasıl olursam daha iyi olacağımı, öğütlersin,

Ben yaptım oldu, ne de güzel oldu da, desen,

Başkalarını sen bir örnek olarak da düzeltsen.



O bunu demiş, Buda söylemişse,  taşımacılık,

Bildim, yaşadım, gördüm ise canlı yayıncılık.

Herkes bir alem, her anda onsekiz bin alem,

Mutluluktur özünde, görünse de binbir elem.



Senden seni istemeyi sakın çok görme bana,

İçine, özüne dalmayı sen asla atma yabana,

Tefekkürle kalbinden çıkarırsan inci, mercan,

O’nu da paylaş benimle, al sana helâl bu can.

SEÇİLEN SEÇKİNLER


Zor geçer seçim sırası,

Seçimde eşitlik vurgulanır,

Önemli olan onun sonrası.



Eşitlerden seçilir, seçilen,

Bir kere seçim oldu mu ,

Artık geride kalır, geçilen.



Dönüşü yoktur, şerefe içilir,

Seçen de bilir seçilen de,

Bu köprüden bir kere geçilir.



Halktan kopuştur seçim işi,

Sanki, halk için, halkın vekili,

Kopunca, geri dönemez kişi.



‘Giden gelmez’dir dedikleri,

Giden gelmeseydi hiç geri,

İnsanlık nasıl giderdi ileri.



Kavisi tamamlamak zordur.

Bilinirse ki bu doğru yoldur,

Sanılır, asla dönüşü yoktur.

İkinci baskısı yapılan bir kitabın bir makalesini okuyorsunuz, kitabı "pdf" formunda okumak için önce bir sol sonra da altta çıkan dropbox'a tıklayınız lütfen:
Click here to view

Koltuktan alınır, ne varsa,

Eşya değer verir insana,

İnsanlık nerde kaldı baksana.



Farklıdır Hakk’ın, halka, vekili,

Elinden tutar belletir, yetkili,

İnerse halka olur habip, sevgili.



Bir noktada bir, deli ile dahi,

Halk görünen kimdir sahi?

Halk aynel Hak’dır, hüvel baki!

ALIP DA KAÇMA!


Birinin parasını, pulunu pek övmek nedir ki,

Kendisi dururken,

Şeylerini sevmek, kendisini sevmek midir ki?



Hayatını, verdiklerini nimet bildim, sevdim,

Haddim olmasa da,

Her şeyini, şükürler olsun, pek beğendim.



Sen de beğenip, sevdiğin için mi verdin?

Çok çok vererek,

Alıp da kaçar mı diye, beni mi denedin?



İnsan, oynaşır, sevdiği köpeğe kemik atar,

İt de onu kapar kaçar,

Ama, yine de gelir kuyruk sallar, ağız açar.



İnsanoğlu çiğ süt emmiş, pek de et yemez,

Verilen malı alır da,

Arkasına bakmadan kaçar, kim verdi demez!



Bilsek de bilemesek de, gidişler hep sana,

Hitapların da, kitapların da,

Özü birdir, budur ki, yolculuk senden sana.



Aynı noktadan çıkışta, iniştir yol soldan sağa,

Bedenden ruha,

Yücelişle tamamlanır geliş gidiş dipten doruğa.



Her şey merkezindedir hayatta, yerli yerinde,

İki yay birleşmeden,

Doğru söylenir ama yanlış anlaşılır görünürde.



Öyle görünür, insan bilmeden alır da kaçar,

Baki verilmeden olmaz fani,

İrâden ölmezse, kendini bilemez kalır nâçar.



Malı alıp kaçsan da düşünmeden ilk sahibini,

Bul, bil gerçek batıyı,

İdrak et, eşyada gurub etmiş hakikat güneşini.

1 Mayıs 2012 Salı

SELÂM !


Akşam sabah anan ve talep edenleri, kalbi daima huzurda ve ruhun şahidi olanları, ilmin uygulanışını görmekte ve sırrın ona aşikâr olmasıyla ibadet etmekte olanları Kur’an ile bu hallerinden ayırma. Bu kişiler vahdet ehlidir, vasıldır ve kâmildir. Sakındırma eylemi kalpleri katılaşmış kişilerde ve hareketleri Allah’da ve Allah ile olanlara etki etmez. Onlar ezelî muhabbetleri nedeniyle zat-ı ilâhiyi isterler. İbadetlerini cennet ve sevap beklemek veya azap ve şiddetten korkmak gibi illetler nedeniyle yapmazlar.


Tecellilerdeki değişimlerle, farklı tecelliler görmekle, iradelerinde bir değişim olmaz. Zat-ı ilâhiye ulaşan, bu amacını gerçekleştiren, diğer hiçbir isteği için bunu aracı kılmaz. Yaratılmışı sevmek yaratana ulaşmak için olabilir, vasıl olduktan sonra yaratan nedeniyle yaratılmışı sevmek yaratanı araç durumuna indirgemek olabilir. Bütün araç ve vesilelerin Hak’da fani olduğunu müşahade etmek, bunlara şahit olmak gerekebilir. Ulaşanın gözünde kendi zatları ve daha önce şahit oldukları şeyler dahil gayri bir şey olamaz. Onlarla Rableri arasında nebi veya melek gibi bir vasıta yoktur. Onları bir şeye davet etmekte bir mana yoktur. (Bu yol tek yönlü olabilir!)


          Kısaca, bu kişilerin hesabı Allah’a havale edilmiştir, çünkü bütün işleri Allah’da ve Allah iledir. Senin hesabında onlar için bir şey yoktur. “..salâti daimun..”, daima huzur namazında, huzur içinde olanlar, Allah için dünyadan geçenler senin islâma davet işine girmezler, böyle bir şan ve şeref ile ilgilenmezler. Kâmilleri daim huzurdan alıkoymak zulümdür. Sıfatlarınızdan arınmış ve elbiselerinizden soyunmuş olmanız nedeniyle “..selâmün aleyküm..” selâmet üzerinize olsun, sizler selâmet buldunuz, salim ve güven içinde olunuz deyiver. (6.52-54)


30 Nisan 2012 Pazartesi

YANILGI


Sistem yaklaşımı açısından, her sistem bir üst sistemin alt sistemidir. Her sistemin kendine özgü birçok alt sistemi vardır. Her insan da ilmî açıdan bir açık sistemdir. Çevresinden yiyecek, içecek ve bilgi gibi çeşitli girdiler alır, bu girdileri kendi alt sistemlerinde sindirip, özümleyip çevresine emek ve düşünce gibi çıktılar verir. İnsan çevresinin, evrenin, cüz olarak kül’ün, kendi bedeninin bir hücresi, mevcudun bir vücudu gibi, bütünün bir parçasıdır.


Günlük yaşam kaosunda öyle anlar gelir ki, insanın, nereden gelip nereye gittiğini bulmak için, oturup düşünmesi gerekir. Bir nehir gibi akan yaşama uyum sağlama çabasında iken, ben diyen, benliğini, varlığını, var olduğunu, çevreye karşı ayakta dimdik durduğunu ispat için, bazen, eylem, kimlik ve kişiliğimizin kendimize ait olduğunu iddia ederiz. Dünyevi yaşam için bu durum her ne kadar doğru ise de, uhrevi âlem ve sistem yaklaşımı açısından böyle bir iddiada bulunmak zordur.
 

Önce bilimsel açıdan bakarsak, hemen ilk anda düşünebiliriz ki, o anda her ne yapıyorsak büyük bir sistemin içinde küçük bir uğraşıdır bu. Örneğin, araba kullanırken ne yaptığımızı düşünmeye başlarsak o anda hiç bir şekilde yeterince değiştiremeyeceğimiz ve hatta etkileyemeyeceğimiz bir trafik sisteminin içindeyizdir. Buna, sağlık, haberleşme gibi çok çeşitli toplumsal ve küresel sistemleri de hemen ekleyebiliriz. Eğer mevsimsel bir durum da söz konusu ise, güneş sistemi dahi aklımıza gelebilir, o an, üşüyor olacağımıza terliyor da olabilirdik. Kısaca, en azından kısa vadede, yapabileceğimiz, pek bir şey dense de, hiç bir şey yoktur.
 

Aynı düşüncelerimizi dinsel açıdan ele alırsak sonuç yine aynı olurdu. En yüksek sesle ben dediğiniz, benlik güttüğünüz, bencil davrandığınız, kendinizle gurur duyduğunuz veya böbürlenip üstün gördüğünüz bir anda bazı kutsal mesajlar kendinizi bulmaya ve bilmeye yardımcı olabilir. Örneğin, Bakara 255, “herkes O’nun vücuduyla mevcut; hayatıyla hay, yani diri; fiili ile fail, yani kuvvet ve kudretiyle iş yapan, işleyen, eden, eyleyen; ilmi ile âlim, bilge, bilen; nefsi ile kaim, yerini alan, hayatta ve ayaktadır”. Kısaca, bir anlık bir idrak için dahi olsa, aslında, pek dense de, hiç yoksundur.
 

Her iki açıdan da, her seferinde, adeta ilâhi bir düzen anlamına gelen kaos içinde, insan, bencillik ettiği anlarda, aşağıya bakıp kendini gören, büyük gören iken, yukarıya baktığında, ya, büyük sistemleri düşünüp acizliğini anlar, ya da, kendini bilerek göremediğinde, O görünür, hiçliğini idrak eder.


Burada açıklanmaya çalışılan esas ve öz “o an” dediğimiz zamanın iki yanı, yani, biraz öncesi ve biraz sonrasındaki hâlimizdir. Biraz öncesinde tam bir “gaflet” içinde ve biraz sonrasında ise “uyanık” halde olduğumuz düşünülebilir. Gaflet, doğru bildiğimizin esasında yanlış olduğunu anladığımız ruh halimizi ortaya çıkarır. Gaflet uykusu deyimi de içinde bulunduğumuz halin bir çeşit bilinçsizlik anlamında uyuduğumuzu, durumu doğru kavrayamadığımızı açıklar.


Toplumda bir birey ne ise, insan bedeninde bir hücre de odur denebilir. Dinsel ve bilimsel açıdan, felsefî öğretilerin idraki içinde olduğumuz anlarda bu “gerçek” ile yüzleşebilir ve bu durumu kolayca kabul edebiliriz. Ancak, bir iş yapma sürecinde, fonksiyonumuzu yerine getirirken, misyonumuzu gerçekleştirirken, bir birey olarak hareket ederken, bireysel amaç ve araçlara kendimizi kaptırırız. Tavşana kaç tazıya da tut diyenin aynı olduğunu bilsek de, kaçma veya kovalama içinde iken yapılması gerekeni kendimizi ortaya koyarak yaparız. Önemli olan, hücre veya birey olarak işlerken bile “gerçek”in idrakinde olmak veya olmamaktır. İdrak içindeyken irademiz yoktur, gaflet içindeyken ise irade, her şey gibi, bize aittir. Hücre, bedenden ayrı bir varlık olarak, varsa biz de varız, gaflet de!
                               

          Siz gaflet uykusundan kalkıp hakiki münâcât (dua etm., yalvarma) ve huzur ve Hak’ka teveccüh namazını kılmak istediğiniz zaman :

  1. Yüzlerinizi yıkayınız, yani, kalplerinizi ilim suyu ile nefis sıfatları pisliğinden temizleyiniz,
  2. Ellerinizi, yani kuvvet ve kudretinizi şehvet ve maddeden arındırın,
  3. Dirseklere kadar, yani yararlı şeyler yapma derecesine kadar, ve
  4. Ruhunuza dönün, dünya muhabbetinden geçin, ruhun nuru ile kalbin kederlenme tozunu silin,
  5. Başınızı, hidayet nuru ile cilalayın kalbin ruha dönük yüzü, âli yönünü, yani, başınızı, hidayet nuru (ilmi) ile cilalayın,
  6. Ayaklarınızı yıkayın : kalbin nefse dönük ikinci yüzünü, yani, ayaklarınızı yıkayın, yani, doğal bedensel güçlerinizi lezzet ve şehvet düşkünlüğünden arındırın, ta ki kalbiniz geri dönüş (rücu) huzurunu duyuncaya kadar. Lezzet ve şehvet dalgınlıkları zaten itidale (orta, ölçülü) yakın olanlar sadece silebilir, mesh eder.
  7.  Boy abdesti : yukarıdan tamamen aşağıya dönmüş iseniz, ulvi yerine tamamen nefse dönükseniz külliyetinizle, bütününüzle temizlenin. Böylece, fenadan sonra beka zamanında istikamet ve adalet hakkıyla kıyam sebebiyle kemal nimetine şükür edersiniz. Münacatınızda ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yanaşmayınız ki, kalbiniz dünya işgaliyle ve vesvesesiyle meşgul olup gafil olmayasınız. Ve cünub, yani nefse ve nefsin lezzet ve şehavat ve huzuzuna şiddetle meyl, can ve gönülden meyl sebebiyle Hak’tan uzak olduğunuz halde namaza yanaşmayınız. Ancak, sağlıklı ve sağlam bir bedene sahip olacak kadar, ihtiyaç kadar nasiplenin. Tövbe ve istiğfar suyuyla yıkanıp temizlenin. (5.6)
 

          Namaz inananın miracı olduğuna göre, sizin kıyametiniz koparcasına kıyama durun. Kıyamet, “kıyam et” olabilir. Ellerinizi kulaklarınıza götürerek, Allahü ekber deyip dünyayı gerinize attığınız zaman, bilin ve bilincinde olun ki o geriye attığınız dünyanın üstünde “ben” dediğiniz de vardı ve gitti! Peki namazı kim kılacak diyorsanız Adem kelimesinin üzerinde de durulabilir.
 

Âdem, Vücûdda o Vahid-i Mutlak'ın gayrı bir şey ve O'ndan başka mevcûd yokdur ki, ibâdet olunsun, imdi ona şirk etmeniz, nasıl mümkün olabilir. O'nun gayrı, sırf ademdir, yoklukdur, bu sebebden şirk, ancak O'na cahil olmakdan neşet eder, kaynaklanır.

27 Nisan 2012 Cuma

Hz. Musa'nın Serüveni


Suya Salınışı - Hızırla Yolculuğu – Nebiliği - Ateş Görüşü

(sen de sende ara, sen de sende bul, senden sana yolculuğa ayetler, deliller!)

Suya Salınış : (20 TAHA (45), ayet 38-40)

          A.38: Hz. Musa kalbin sembolüdür. Kalbin, babası Ruh, annesi Doğa, canlılık, kardeşi Akıl. Kalp, beden tabutu içinde tabiat deryasında rüşdünü isbat edinceye kadar salınır. Aklı başına gelince, kalp nefs ile aklın, iyi ile kötünün, arasındaki farkı, idrak edince, kurtuluş sahiline varır ve önce Firavun-Doğal-Eğitimsiz nefsine (emmare) tabi olur. Önceleri kişinin Nefsi ne severse onu herkes sever, yani, nefs, sevdiklerini kalbden severek akıllıca yapmayı sever.

          A.40 : Nefs, kendi kontrolu altında, kalbin eğitim ve öğretimi için, kalbin, kız kardeşleri olan “teorik akıl” sayesinde temel felsefe ve hikmet ilmini ve “pratik akıl” sayesinde hayatını kazanma ilmini öğrenmesini, bunlara dayanan fikirler geliştirerek hem uhrevi hem de dünyevi hayatı kazanmak üzere terbiye edilmesini, sağlar.

          Tabiat deryasında salınırken sahile çekilen ve sudan kurtarılan kalp artık, amaçsız, hedefsiz dolaşmaktan kurtulduğunu, emin ellerde olduğunu, kendisine sahip çıkıldığını hisseder. Nefs ise kalp sayesinde çok daha iyi, doğru ve güzel şeylere sahip olabileceğini, bunların menfaatine uygun olduğunu anlar. Bu nedenle, nefs, kalbin, bir taraftan onun Kız kardeşinin yardımıyla uhrevi hayatı için hikmet ilmini öğrenerek temizlenmesi, paklanmasını planlar. Diğer taraftan, Dünya hayatını kazanması için, tabii ilimleri öğrenmesini, yani, nafi ilimler sütünü emzirmesini, cüzi iradeyi idrak etmesini, bedensel aletlerini kullanarak zekice işler yapmasını, eğitim ve öğrenim görmesini sağlatmak üzere ve ona şefkat göstermesi amacıyla, aklın buluşuyla, kalbi, onun öz annesi olan Nefsi Levvame’ye teslim eder.

          Kalp, Firavun nefsin özellikleri olan, öfke, nefret, kin, şiddet ve şehvet gibi insanı perişan edici duygulardan arınır. Nefsinin ve sıfatının bunlardan tamamen kurtulduğundan emin olmak için, kalbin güzel ahlakı çeşitli fitnelerle sınanır.

          İyiyi, doğruyu ve güzeli emreden vicdanının sesini dinleyen, böylece, sınavlarında başarılı olan, kalp, Ruhanî Güçlerden ilim alan Aklın eğitim ve öğretimine girer ve yıllarca ders alır, yolculuk yapar. Böylece, kalp, istidadında, potansiyelinde, yaradılışında var olan olgunlaşma derecesine göre olgunlaşır. Olgun sıfatlara sahip olmasından sonra, kalp, zat tecelliyatı denen, mükemmel olgunluk sahibi olur. Bu nedenle de, beden arzında, beden Medine’sinde yaşayan halk arasından, yani, bedene bağlı ve bağımlı olarak faaliyet gösteren duyguların arasından kalp, ruhu temsil edebilecek, halife olabilecek, biri olarak seçilir. (40)



Hızır ile  Yolculuğu : 18 KEHF, (Ayet 65)

          Kısaca : İnsanın insanlıktan nasibini alması yetmez, “kâmil insanlıktan” da Hakkını almalı! Kulağı delik olunmalı, beş-iç (hissetme, hatırlama, hayal etme, korkma, seçim yapma) ve beş-dış (görme, işitme...) duyunun çalıştırdığı beden gemisi hep maddi zevkler peşinde koşan doyumsuz nefsin, ölümünden sonra, elinden kurtarılıp, öncesiyle arasına duvar örülüp, duvarı güçlendirip, kanaatkâr nefsin yönetiminde, iyi ahlakla, ilahi sıfatla nur alemine çıkılmalıdır.



Nebiliği : (20 TAHA (45), ayet 25-28)   

          Nefsani arzu ve isteklerin, bedensel lezzet ve zevklerin çekiciliğine kapılmamak, rahatsızlık duymamak ve eziyet çekmemek için sadrımı-göğsümü, yüreğimi, gönlümü genişlet. Bedensel ve nefsani olan herşeye senin kelamın ile hitap edeyim, onlardan işittiğim kelamların ve gördüğüm eylemlerin de senden olduğunu idrak edeyim. Böylece, herşeyi senden görüp bilmekle, seninle senin belalarına sabredeyim. Sabredip, onlarınkini onlardan, kendiminkini kendimden bilip, hepsini de seninkinden ayrı bilip mahcup olmayayım. (25)

 Onların (nefsani güçlerin) dini (ilmi) anlayıp kabul etmeleri için onlara, inatlık edenlere karşı bana yardım et, mesajın kutsallığını teyid ederek dine davet emrini kolaylaştır. (26)

 Daha iyi-doğru-güzele yükselip yükselmeme endişe ve korkusunu yenmek için, yapılan fedakarlıkların ve çekilen çilelerin karşılığının alınacağına ilişkin senet ve delillerle, nefsani arzu ve isteklere gem vurarak yürütülecek ilmi çalışmaların başarıya ulaşacağını göster. Sözünün en iyisini diyebilmek, bildirdiklerini en iyi bir şekilde açıklayabilmek için, diyeceklerimi demeye cesaret etmekten alıkoyan, dilimin dönmesine engel olan akıl ve fikir düğümlerini çöz. (27)

 Kalplerini yumuşat, senden seni severek korksunlar ve yücelik duyguları ile dolu olsunlar, kalplerine koyduklarını, beni ve bu duyguları kutsal alemden teyid et, böylece, benim sözümü anlasınlar. (28)



Ateş Görüşü : 20 TAHA (45), (Ayet 9-14) (..hadîsü Musa), (İz reâ nâra) (Ayet 10) 

Habibim, sana Musa’nın hadisesi, olayı mutlaka gelmiştir. Musa bir ateş gördü. Ateş, kendisinden, insanoğluna nur, anlayış, idrak yansıtan kutsal ruhdur. Musa’nın basiret gözü hidayet nuru ile açılınca kutsal ruhu gördü.

Kalp, bedensel zevkler peşinde koşarken, madde denizinde yüzerken, kurtulup neyin ne olduğunu anlayınca, rüşdünü ispat edince, aklı başına gelince, çevresinden daha emin olmaya başladı. İyiyi ve kötüyü, haklı haksızı, meşru olan ile olmayanı ayırmanın daha güzel olduğunu anlayınca vicdanının sesini dinledi. Vicdanının huzur bulması için kamu vicdanının sesini duyma gereğini anladı.)

            Musa'nın basiret gözü, hidayet nuru ile sürmelenince, «ruhülkudsü» gördü. Hemen ehli olan «Kuvva-i nefsaniyeye» «Hareket etmeyüb, sakin olunuz» dedi. Zira «âlem-i kudsiye seyir, ancak, nefsi sakin olan, iç ve dış beşeri duygularının sükûnu zamanında olur. Ve ancak, o vakit âlem-i kudsiye vasıl olunabilir. Belki o ateşten size bir ilim getirip, onunla hepinizin faidelenmesi ve nurlanarak zatının faziletli olması mümkündür. Musa ateşe varınca hazret-i ilâhiyenin, kendileriyle muhtecib, perdeli olduğu izzet ve celâl per­delerinden ibaret bulunan «hicâb-ı nâriye», âteşin hicablar verasından: (Yâ Musa inniy ene Rabbüke) (Ayet 12) «Ey Musa! celâlim per­delerinden biri olan sûret-i nâriye ile muhtecib ve ateş suretinde mütecelli olduğum halde, tahkik senin Rab'bin benim» diye nida olundu. Musa; «Ben fark ediyorum ki, altı yönün hepsinden ve cemi-i a'zam ile bu nidayı işitiyorum. Böyle bir nida ise; ancak Rahman'ın seslenişi olabilir» dedi. Musa'nın cebel ve vücudunu, Hak'ta fâni ve pare pare kılıb, yakin bir halde yere düşüren «tecelli-yi zâti-yi tam»dan sonra olan «ıstıfa, seçilmişlik ile vaiddir ki», bu tecelli; «tecelli-i zâti­den» evvel olan «tecelli-i sıfâtidir.» Bunun için, bu makamda Musa'yı vahy ile Nebi kılmayıb, Resul kıldı. (Ayet 14) (İnneniy enallah) Musa'nın, «hazret-i esmaiyede» sı­fat ile kalıb da Zattan mahcub olmaması için «Rab» ismini «Allah» ismine tebdil ve te'kid ile tekrar eyledi. Zira «Rab» Musa'ya tecelli eylemiş olan isimdir ki, hidayeti vikayesi talebi zamanında, Musa'yı, ancak Cibril'den ibaret bulunan «ilim ve Hadi» isimlerile terbiye ey­ler. Yâni, tahkik cemi-i sıfatlarla mevsuf ve bir olan ALLAH BEN'im. (La ilahe illâ ene) (Ayet 14) Sıfatın ta'dadı ve mezahirin kesreti ile, benim eneiyet (benlik) ve ehadiyetim (tekliğim) ta'dât ve tekessür (çoğalmamıştır) et­memiştir. Sıfatımı hatırlamak için olan, «huzur-i kalbi» namazının fevkinde Zâtımı hatırlamak için, «şuhûd-i ruhî» namazını ikame eyle. Herkesin hayır ve şerden, çalışmalarının gerektirdiği gibi cezalanması kemâl, noksan, saadet ve şekavetin temeyyüz etmesi için, «kıyamet-i kübray»ı herkese izhar etmem. Ancak, has kullarıma birer birer izhar eylerim. İdrak edenler birer birer kâmil insan olabilir!